Bir Kapitalizm Hikâyesi: Matrix

Hedeflerine ulaşmaları için iş imkanları yaratıldı. Üretim yapabilmeleri için serbest piyasayı oluşturdular. Hayallerine kavuşmaları için de para piyasaya sürüldü. Bizden tek istenen şey ise çalışmak. Çalış ve kazan. Kazan ve mutlu ol.

Bir Kapitalizm Hik yesi Matrix

Düzen, üret, biriktir, harca sarmalındadır. Bu dairelerden çıkış yok. Üretmek için harcayacaksın. Biriktirmek için de üreteceksin. Bermuda şeytan üçgeni diyebilirsiniz ama insan bulunduğu fırtınayı içerideyken tarif edemez. Kurtulmadan olmaz. Bizim yaptığımız tarifler sadece yanılsamayı (belki de hayali) tarif etmek gibi bir şey olacak.

ABD'de kölelik yasaklandıktan sonra özgür olan köleler ne yapacaklarını bilemez bir hâlde tekrar efendilerinin yanına gittiler. Bizim durumumuz onlarınkiyle kıyaslanamaz; çünkü onlar köle olduklarının farkındaydılar, bizler ise kendimizi hep efendi zannediyoruz. Örnek yanlış olmakla birlikte dikkat çekmek istediğim kısım bizlerin de özgür köleler gibi olduğumuzdur. Onlar gibi ne yapacağımızı bilemez hâlde yaşıyoruz.

Sistemin en son müdahalesi, Çin’i üretim merkezi yaparak komünizmi kendi oyun sahasına almayı başarmak oldu. Eskiden, dünya savaşlarından önce, imparatorlukların -devletlerin- hâkimiyeti altında bulunan halklar başkaldırarak demokrasi, milliyetçilik meşaleleriyle devletlerin yıkılması için savaş açıp yeni bir dönemi başlattılar. Yeni düzen bize soylular için, krallar, kraliçeler için ölmenin yanlış olduğunu, aksine asıl efendinin "ben" olduğunu öğretti. İnsanın kendi efendisi olması müthiş bir şeydi.

Denizi bulan bir denizkızı gibi suya dalmıştık. Sistem, bizlere daha iyi bir hayat için (ne demekse) üretmek, üretmek ve üretmek gerektiğini söyledi. Savaş, bu kez bireysel olacaktı. Kendimiz adına çalışıp ailemiz için savaşacağız ve sonunda mutlu bir yaşama kavuşacaktık. Nitekim öyle de oldu.

Önceleri pembe panjurlu ev hayaliyle başlayan insanlığın hulyası büyüdü, büyüdü ve kocaman bir dev oldu. İnsan bir türlü o sonu gelmeyen hayallerine kavuşamıyor. Birini elde ettim derken bir diğeri için çırpınıyor, sonra bir diğeri ve döngü bu şekilde devam ediyor. Nefesin kesilmezse sonunda, heva ve heveslerinden arındığın yaşa geldiğinde köşene çekilip ölümü bekleyeceksin.

İnsanlara fert ve grup olarak hedefler verildi. Hedeflerine ulaşmaları için iş imkanları yaratıldı. İmalat yapabilmeleri için serbest piyasayı oluşturdular. Hayallerine kavuşmaları için de para piyasaya sürüldü. Bizden tek istenilen şey ise çalışmak. Çalış ve kazan. Kazan ve zirveye çık.

Az olan nüfusu yönetmek kolaydı. Sınırlı para miktarıyla yapılan kısıtlı üretimle insanları oyalamak basitti. Nüfus arttıkça ister istemez para miktarını da artırmak zorunda kaldılar. İş gücünün artışıyla zenginleşen dünya çeşitlilikle kaosa sürüklendi. Her seferinde yıkılan düzen hurdaların arasından yeniden doğmayı başardı.

Yapılacaklar listesi o kadar uzun ki pembe panjurlu ev hayali gerçekleşmese bile bir diğerine kavuşabilirdin. Yeter ki çalış. Rejim için önemli olan hayallerin gerçekleşmesi değil, hayallerin devam etmesiydi. Hayaller başıboş bırakılmayacak kadar önemlidir. Bunun için hayal üretim merkezleri kurulur. Eğer bu muştulara ulaşmakta zorlanırsak, kişisel meselelerimiz için danışman merkezleri hazırda bekler. Dertli insanlar böyle yapıyor. Biz de böyle yapmalıyız. Tekrar çalışan bir insan, iyi bir yurttaş olabilmek için bu şarttır.

İktidarın ele geçirmediği hiçbir kişi yoktur. Bebeğinden yaşlısına herkes sistem için çalışır. Bu bizim için elzemdir. Bunun esas nedenini bilmeden, idarecilere uyum sağlayan fertler oluruz. Uyumsuz olanları ise aşağılar, küçümser, hasta gözüyle bakarız.

İlk aklımıza gelen piramidin en altında bulunan işçilerdir. Pastadan en az paya sahip olan onlardır. Kimin ne kadar aldığı ya da almadığı önemli değil. Önemli olan herbirimizin birer kaynak (köle) olmasıdır. Kendi işimizi yaparken bile mekanizmanın çarklarını döndürürüz. Bunu şu şekilde açıklamaya çalışayım.

Körebe oyununda kaideleri kafana göre koyamazsın. Eğer oynamak istiyorsan kurallara uyman gerek. Elbette her oyunun belli bir oranda esnemesine izin verilir ve hakemin farketmediği kusurlu hareketler de engellenemez. Bizler, bulunduğumuz rejimin nizamından çıkamayız. Çıkarsak cezalandırırız. İtiraz etmeyin. Yanılmıyorum… Bir bakkal, hamal dahi verilen rolleri oynayan oyunculardır. Sınırları sen çizmiyorsun, hudutları, köşe noktalarını belirleyen üst sınıfta bulunanlardır. Sen ne kadar alttaysan kural koyucular o kadar çoktur. Çiftçi yetiştirdiği ürünün değerini bilemez. Bir sanatçı kendi değerine karar veremez. Bir zanaatkâr bulunduğu çevreyle kısıtlı imkanlara sahiptir.

Ben özgürüm. Kendi kararımı kendim veririm derken ne kadar özgür olduğunuzu bir düşünün! Düşünün kendi isteğinizle mi çalışıyorsunuz, istediğin ücreti mi alıyorsun, kazancına sen mi karar veriyorsun vs. aklınıza ne gelirse gelsin, samimiyetle bir düşünün! Aldığınız kararlarda ne kadar özgürsünüz?

Piyasa şartları, dediğinizi duyar gibiyim. Evet, ağzımızda en çok pelesenk ettiğimiz sözdür. Bu, sihirli bir sözdür. Söylendikten sonra alt sınıftakiler daha fazla itiraz edemezler. Kimileri kuyruğunu kıstırır ve devam eder. Kimileri ayrılır ve şanslıyla aynı şartlarda başka yerde iş bulur. Kimileri de görmezden gelinir.

Bu şeyler kötü örnekler. Kazanamayanların örnekleri. Bazen arkadaşlarla konuşuyorum ve uygun zeminde, uygun şartlarda çalışırsak zengin olacaklarını zannediyorlar. Onlara gülüyorum. Zaten bu düşünce de sistemin bize vermiş olduğu en büyük uyuşturucudur. Zengin olmanın tek şartı… Yaklaşık 20 yıl önce ekonomist bir arkadaşla muhabbet ediyorduk. Paramız neden değerli değili konuşuyorduk. Arkadaş bana “paranın değerlenmesini istiyorsan, Afrika gibi ülkelere gidip onları sömürmen gerek.” dedi. Sömürge, zenginlik. Böyle mi olmalı? İlla ki zengin olabilmek için emperyalist zihniyete mi sahip olmalıyız? Evet… Evet… Mekanizma bize bunu gösteriyor.

Çoğumuz karşı çıkacak; çünkü hiçbirimiz altımızdakileri, çevremizi ezdiğimizi, sömürdüğümüzü kabul etmeyiz. Piyasa şartlarına göre hareket ettiğimizi söyleriz. Satıcı satacağı mamulu en yüksek fiyattan satmak ister; bu ona verilmiş bir haktır. Hizmetin/ürünün değerini belirleyen müşterinin saflığı. Çalışan (özellikle işçi sınıfı) için durum çok daha vahim; asgari ücret devlet-şirket işbirliğiyle belirlenir.

Bir taraftan ürününü yüksek fiyattan satmaya çalışan satıcı, diğer taraftan emeği asgari ücret karşılığında satın almaya çalışan işveren. Peygamber efendimiz (s.a.v.)’in ticaret yapanlar için verdiği emirleri günümüzde piyasa şartları diyerek göz ardı ediliyor. Çünkü, dün dündür, bugün bugündür.