Üç Meselenin Yenisi - VI

Hegemonyaya Biat Eden De Bir Etmeyen De

yazının önceki parçası için bu satıra mausunuzla tıklatınız

- Hegemonya ben mi oluyorum bu manzarada?
- Hepimiz oluyoruz.
- Ama siz ve ben muarız duruyoruz, muhalifsiniz bize. Nasıl oluyor da hegemonyaya dahil sayılıyorsunuz siz?
- Riayet mi biat mi hadi soruşturalım.
- O zaman soruyorum: hegemonyaya biat etmeyen var mı?
- Sanki biat eden rumuzu yahut biat merasimi varmış da o rumuzu taşımayanı ve merasime katılmayanı tesbit mümkünmüş mü ki şu soruyu ciddiye almalı! Biat edene kendini takdim zemini ikram edilmemekle beraber biat etmediğini, etmeyeceğini beyan mevkii de yok tabi.
Güç kendini hem kabul ettirir hemen, hem de kendine bir hasım bulur daima. Taraftarını ve karşıtını. Ama ille de o kabul yahut red anında taraftarı ona katışacak şartı yok. O hesap hasmı da o anda ona savlet edecek değil. Bu haller iki zıttın birbiriyle duruşmasının matrahıdır fakat. O tarhın sahibi ise hegemonik tasarrufların failidir. Hegemonya gücünü kullandığı yerde soyut bir biat sunağı tulu ettirir ki sunağa buğz eden de o mahalde tulu eder. Bu muhavere için bir fail bir mücrim maceracı iktiza ederdi.
- Hangi hegemonya için gerekiyor o.
- Yenisi için. Yani hepimizin dahil olduğu şu yeni hegemonya için. Bi’t-tabi olanı için. Saldırgan olanına değil. Metayakkız olanı için de değil.
- Niye?
- Niye başka türlü olsun ki artık. Artık bir monarka, sultana ihtiyacı yok ki hegemonyanın. Sadece o var artık. Güç demek de potansiyel demek de o demek neticede şimdi. Hiçbir rakibi yok. Kendini ona hasım zanneden can sıkıcılar var en çoğu. Esiri. Geisthai. Ezcümle hegemonik diye tefrike lüzum yok herhangi yer muhteva ve surette beliren iradeler arasından. Çünkü herkes hegemonik. Her fiil hegemonik. Hegemonyaya yarıyor zira herşey.
- Tek geçer olan şeyin alemi diyorsunuz yani.
- Evet “sözü geçmek…”, düşünün hele. Bir feriştah açılır da herkese yavanlaşır, ondaki iş gelir yerleşir zamanla edip eyleyişlerin başına. Taştan duvar öremez düşersiniz çimentonun, betonun altına mesela. Taşın sözü geçmiyordur, duvarcının sözü geçmiyordur. Herkes beton döküyordur, döktürüyordur. Beton, makinalara döktürülebiliniyordur. Dolayısıyla duvarların kimseye özgü örgüsü kalmamıştır hani. O örgünün sahibinin de yapanının da sözü geçmez olur çıkar o duvar önündeki şahsa nihayet. Her yerde betonun sözü geçer olmuştur artık.
- Betoncunun bile betona sözü geçmiyor derken ikisine de sözünü geçiren bi’şeyden bahsediyorsunuz ama o sözü herkese geçen şey bir makam, bir şahıs falan değil öyle mi?
- Betoncunun betona… hah sözüm geçiyor sansın o. Betoncu bile betona peykedir yeni hegemonyada. Beton da betoncu da betonculuk yapmaktadırlar çünkü.
- Yeni hegemon bir şahıs değil ama fevka’l-ade esiri bir şahsiyete tescilli levazım maddesi gibi bir şey mi oluyor, mümkün olsa bir karınca bile o tür hegemon atanabilinir yani öyle mi?
- Anlaşılmak ve anlaşmak istenen bir fehmin tezahürü… hangi yoldan vuku bulsa çeşit çeşit şahidi indinde en ammi evveli olarak o fehmin tezahürü efale irca edilecektir ancak. O fehmi şahitlerinin ıttılaına arzettiren fiil, o fehmin tekellümü olan lafızdan evvel gelir. Lafzın rahmı vardır nasıl ki failin kimyası-karakteri olduğu veçhile, lakin o seviyede ayrılıp kalmazlar. Yani lafzın rahmı mevkiindeki telaffuz edenlerinin lisanı ile failin kimyası o lisandan mürekkep ama o fiilden müstahreçtir nihayet çünkü.
- Karıştırmadan söylüyorsunuz belki ama, ben karıştırabilirim. Karıştırmayayım diye biraz daha açıklayıcı olsanız…
- Yani elinizden gelen işleriniz arasında harc-ı alemi irtikap etmiş galip ve baskın olanları hangileriyse onlar ne mal olduğunuzu ve ne dil olduğunuzu aynı sıra, eş anlı tebarüz ettirir. Aranızdaki geçerli sözün nasıl bir söz olduğunu tebarüz ettirir. Kimin sözünün ne zamanlar, ne vesilelerle, neler vasıtasıyla, ne şiddette geçtiğini, işlediğini yansıtır etrafa ve etrafınıza iş tutuşunuz. Her yeri istila etmiştir ki o yüzden herşeyin evvelindedir. İştigalleriniz de lafızlarınız da onun işgali altındadır.
- Yani ben kendimi bir efendi sanmaktayım ancak.
- Sözü uzatmaya mecal kalmıyor azıcık da söylesen. Bu müstevli çok ağır ve yakıcı. Söz açıldıkta her nefes yanıcılaşıyor. Bir soluk bir alev bir sönüş. Tekrar tutuştur. Niye? Ateşi geçiyor. Bi’nefes kaldı o da hem ateş hem ocak. Amade müstevli ve hazırdaki istila beni hep yakacak. Kısacası şu: eliniz hegemonya, ayağınız hegemonya, işiniz hegemonya gücünüz hegemonya, düşünüz hegemonya, döşünüz hegemonya, göğsünüz, yüreğiniz hatta fuadınız hegemonya bir tek lüb kaldı, sevad kaldı. Orası da Allah’a malum anca.
- Hadi sizinle bir olayım. O vakit uyaroğlanlara ne diyeceğim? Peki der iseler, peki şu hegemonya necis bir şey olarak insanı sefillerden sefil tutuyorsa “sözüne mecbur ederek”, bu musallattan… davun gibi yapışmış bu musallattan kurtulalım da taşla toprakla mı doyuralım karnımızı?!
- Sizin karnınız her zemin ve zamanda hegemonyaya karine teşkil ediyorken elbet öyle muaheze edeceksiniz beni. Lakin ben yine de sizi kaale alacağım. Ve intizarınızı hayra yoracağım. Diyor ki şu müstantik diyeceğim, diyor ki “hegemonik hiçbir şebekeye, akreditasyona, senkronizasyona, standardizme kapılmayarak sade iş yapacağım sade işleyeceğim hadi, fakat herhangi müşkülat, nedret yani sencileyin tabirle bir imece lüzumu halinde çömelip olduğum yere acımdan öleceğim öyle mi!”
- Böyle mi söylemiş oluyorum? Diyelim öyle…
- Bende bu suale verilecek cevap yok. Zaten sormuş olmuyorsunuz. Hadi oradan demiş oluyorsunuz zahir. O kadarla kalmıyorsunuz. Bu defedişiniz, hükümden sonra yine cürmünüzü müdafaa edişinizdir esasen, bir itirafnamedir bi’manada. İzhar ettiğiniz hal mealen şöyledir: “Hegemonya benim karnımı doyurur, sırtımı pek eder, başımı serin altımı kuru tutar. Tutar elimi yol yol gezdirir, leylim leylim eğlendirir, açar gözüme serim serim seyrettirir, serer önüme beğen beğen seçtirir, eğilir üstüme tımar tımar sağaltır, gelir ayağıma ders ders talim ettirir, herşeyime emniyet getirir, işin işin meşguliyet edindirir. Şimdi ve burada kalmaz da bu istihdamı hep hazırdır, mütemadiyendir, nihayetsizdir. Yarınlara müteşamil ve kesindir bu yoldaki vaadi. Siz bunu reddediyorsunuz öyle mi” diye belletmeler yazıyorsunuz bana.
- E n’apayım yani, hayrınızı istiyorum. Sizi defetmektense meseleyi defetmeye çalışıyorum.
- Sizin hizmet dediğiniz hatta neredeyse nimet telakki ederek methettiğiniz cereyanın esasen ve hassaten bir insan indinde nasıl da bir hegemonya teşkil ettiğini iki örnekle anlatayım, bakınız. Örneğin birini ticaret alalım. Zaten cereyan ile aynı kökten gelir ticaret. Bütün istihzarıyla ve orada bir müstahzar olarak sizi hegemonik tekmil etmiş tutan hegemonyayı anlatayım ticaret kelimesi üzerinden. İster misiniz?
- İsterim.
- İkinci hegemonya örneğini bir imalat meşgalesi olan “boya” üzerinden anlatayım peşinden. İster misiniz?
- İsterim.
- Başka örnekleri de anabilirim. Ulaşım. Yine o hesap çimento imalini de sereyim önünüze deminki hegemonya ibraznamesi örneği betonun teşrihiyle. İster misiniz? Ya da sigortayı. Ya da enerjiyi…
- Çok uzatmayacaksanız, isterim.
- Bir mevkiin emvalini, encamını, meşgalesini, mahsulünü oradan uzakta bir mevkie sakin ve kasti bir işleklikle tahvil işidir ticaret, yani tedavüle sokma işidir. O iki yahut daha çok mevki arasında dolaştırılanlar muvacehesinde, indinde bir cereyandır ticaret. Bende olmayanı senden temin etmek sadeliğinde icap-kabul münasebetlerinin seyri ve seyli ve sehlidir ticaret. Karşılıklı bir kazanma hali sıhhatiyle devam eder o cereyan. Sende olmayanı benden bende olmayanı senden taşır. Ama iyi belle ki eve lazım olan camiye haram, yani taşanı taşır. Taşımak için taşırmak ticarete uymaz, o bir bambaşka mahutedir. Zira bir şey var ki o şey her yerden münbit, mamul, ferç olunur şey değilse ekle tecirin emtiaı arasına varsın talibine, muhtaç olanına ancak o şey. Yahut bende bitmiştir ama sende vardır, ver tecire gelsin bana o şey. Lakin bu sadelikte ihtiyat edilmiyor artık. İnhisarlara tıkıştırılıyor ticaret. Nakliye mevzuatına raptediliyor ticaret. Baçlara kıstırılıyor ticaret. Sigortalara hapsediliyor, bedel münavebesi nazımlarına kayıtlanıyor, imtiyazlara şerhediliyor, miatlara tertip ediliyor, selahiyetlere terkip ediliyor, kayyumlara arzediliyor, ruhsatlara raptediliyor… Ne adına; akte tedbir, hileye tedbir, ayıba tedbir, vaadlere taahhütlere tedbir, takvime tedbir, sıhhate afiyete tedbir, tartıya teraziye ölçüye tedbir, ihkaka tedbir, eşkıyaya tedbir, ziyana tedbir ilahiri nice hem de mısmıl mevzularda tedbir adına. Murdar maslahat mısmıl maksada uymaz oysa. Vara vara bir maslahat tabiyetine ve o maslahatın lisanına bina edilmesine şartlanıyor ticaret. O şartlara vaziyet edici mihenk ve menziller heyeti ihdas olunuyor ticaretin fevkine. Birşeyin tahtına boyunduruklanıyor, meşgullerinin felç olmasına fakat o heyetin her uzvuna ise bir iktidar takdim ediyor ticaret, güya ticaret nihayet. Finansal organizasyonların bir tür dişli takımı, tamil takımı gibi artık ticaret.
- E ne var bunda! Ticaret ikmal edilmiş işte gele gele bugüne, ne güzel hatta.
- Ve siz ticaretin yan müstahzarlarından olan tahsil-tediye vasıtalarına ket vurulmasını bile umursamaz hödük olup çıkıyorsunuz. Hakeza ticaretin muvasala vasıtalarına emtia sayılma ve ikame takrirlerine… tedavül miktarlarına ilahiri nice ketlere aldırmazlığa alışkın olup çıkıyorsunuz. Daha fenası hangi şekil ticarete ve hangi ticaret metaına hiç ket vurulmaksızın niçin alan açıldığını merak etmediğiniz için hatta merak ne kelime o kararları ihsan saydığınız sayede vurulan ketleri umursamaz kılındığınıza bile ayamıyorsunuz. Katılıyorsunuz. Bu minvalde işletilen düzmeceye memur, işçi, idareci, disiplinci, tahkimci ve benzeri yetkinlikleri tahsil için didinip devamına yarayışlı duruyorsunuz. Bu mahut hegemonyanın hegemoniklerinden bir şey ediyorsunuz kendinizi, insanı, insanınızı, insanlığınızı. Güya serbest tedavül fakat istismar gerçek bir bütün halinde hürriyeti esarete ifsad ediyorsunuz, feshettiriyorsunuz. Hepimizin iflası bedeline hegemonyayı daha daha kudretle faal, daha daha sariyetle kavi bir keyfiyete yükseltiyorsunuz.
- Yeni Türkiye ile aranızdaki nizanın bunlarla ne ilgisi var?
- Nesi mi ilgili! Bu hegemonya yeni değil efendi, yeni değil. Ve yeni kılıfıyla bu hegemonyaya Türkiye’yi açıyorsunuz.
- Ne ihtiyacı varmış da bize kendi elimizle Türkiye’yi kendine açtırıyormuş hegemonya? Bi’eksiği Türkiye mi kalmış! Türkiye hegemonyanın hangi eksiğini kapatacakmış! Hegemonya diye uydurduğunuz bir görünmez canavar var ve Türkiye’yi bütün mevcuduyla hegemonikleri arasına katacak ha! Türkiye o kertiğe gelmemişken zuhura gelebilmişse o canavar ne işine yarayacakmışız da nesi eksik kalırmış acaba?
- Demek ki kabul ediyorsunuz yeni bir şeye koşturmadığınızı. Hatta hazıra katıldığınızı, Türkiye’yi hegemonya içtimasına sokmakta olduğunuzu itirazsız teyit ediyorsunuz şu halde. Beni hiç anlayamayacaksınız çünkü halinizi anlayabilmiş bile değilsiniz zira.
- Neymiş anlayamadığım halde içinde durduğum?
- Müstakil ve eskimez yeni, daima Yepyeni Türkiye mavralarıyla Türkiye’de çapaklı, pürüzlü işletilmeye uğraşılan çeşit çeşit şahsi hegemonya mekanizmalarını esiri hegemonyaya havale ededurmaktasınız. Oysa Türkiye hiçbir hegemonyaya medar oldurulamadığı sayede Türkiye olarak tarih sahnesinde yer sahibi olmuştur. Sizin gibiler yüzünden çaptan düştüğü günden bu yana düştüğü yerden güya dikilmek, dirilmek adına hepten çapsızlığa sürükleniyor. Çapsızlar ne yapsa çaptan düşmüşlüğü idrak edemeyecek elbet.
- Devam edelim. Boya örneği verecektiniz. Çapsızlığımızın boyayla ne alakası olabilirmiş merak ettim şimdi doğrusu.
- Niye gına gelmediyse hâlâ sözümden size, hayret doğrusu. Söyleyeyim. Susmamı istemeyin. Duymak istemediğiniz anda kulağınızı tıkayın artık. Açtırıyorsunuz kutuyu bir kere daha.
- Duyalım hele.
- Boyanmayan hiçbir şey yok diye pek rahat abartabilirim. Düşünsenize eviniz boyanmasa niye olmaz! Peki elbiseleriniz! Nefsiniz kabardı ve şöyle inledi sedasız: Eskiden beri boyamak iştahı var canım, nesi murdarmış boyanın. Hadi çekinmeyin tutmayın dilinizi. Tutacaksınız ama. Çünkü Yeni Türkiye’nin yahut Yeni Hegemonya’nın türedi fetişlerinden siz de iğreniyorsunuz. Değil mi ki ne boyanın ne boyacılığın namusu kaldı, başlangıcındaki tabii ve mısmıl insiyakları uyarınca işleyegelmedi bugüne boya. Yiyecekleri bile boyuyorlar artık. Her kap kulp, zarf, iç dış, üst alt boyanıyor. Boyasız piyasa ettirilmeyen ne kaldı? Gündelik olsa bile boyalı hem. Yıldalık evladiyelik şartı gözetilmiyor boyalamak için. Taş, tahta, demir, çamur, kağıt, su, ilaç, ışık, cam, gön, kösele rengini unuttu hatta. Bu derece yaygın. Yaygın ne kelime boyasız olmaz. Peki şu kanıksama nelere açılan yolu pekitiyor hiç akledebilir misiniz? Bugünkü boya imalathaneleri nükleer tatbikat tarhlarından aşağı kalır seviyede tehlike arzediyor değiller, bilmiyorsunuz tabi. Güya büyük titizlikle sakınılarak birşeyler birşeylere katılarak, taksim edilerek nihayet aşamasına gelene kadar tetiksiz bombayla düşüp kalkıyor işçiler, mühendisler, müdürler falan desem nutkunuz açılır mı? Ha nükleer reaktör ha kimyasal reaktör. Dedim işte, tutulmasın hadi nutkunuz. Petrolden hasıl emtiadan sanılır ki yakıt en çok damıtılandır. Hayır. Birincilik boyadadır. Petro kimya faaliyetlerini boyahaneler taşır sırtında. Yakıt pompa istasyonlarından ve plastik eşya imalathanelerinden önde gelir boyahaneler. Boyahaneye uğramadan müşterisine hazır edilir mamul ve hatta yarı mamul yahut yardımcı malzeme yok denecek kadar azdır. Boyanıp peşinden gelen sırayı ise hemen yakıtlara vermeyin ha, o sıraya tutkallar yerleşmiştir. Bugünkü insanın gündelik hayatı, o insanın beden salgıları ve rutubeti canı için ne kadar elzem ise o insan gündelik hayatında o derecede boyaya ve tutkala muhtaçtır. Aman aman onlar olmazsa aç kalır ölür insanlar! Belki o kadar değil diyeceksiniz. Ama onlar olmadan bir sofra kuralım bakalım, boyalılardan kurulu sofra ile arasındaki farkı görünce diliniz dönmez olur mu olmaz mı denemeye var mısınız?
- Ne güzel. İşte bu sayede doyuyor 8 milyar insan. Başka şeylerle mesela iptidailerle doyurabilir miydiniz 8 milyar insanı?
- Dünyanın neresinde olsanız aynı düzmeceye tabisiniz. Kendinize ikna yerine alacağınız nice bahaneleriyle kurulu düzmeceler bunlar, seçmece değil düzmece. İşbu ticaret ve imalat gazaimeleri neyin müstahzarı olarak cari ve tedavüldedir hiç merak etmez mi insan yahu Allah aşkına! Bu tarakların en seyreğinden en sıkına hiç birine takılmadan iş işleyerek meşgul olup geçim etsen muhal. Bir komşu şehrin muhtacı senin zanaatından çıkan malla ihtiyacını defetmek istese bu mahut şebekeye atılmak zorundasın. Tahsil tediye, teslim tesellüm, sipariş iade hangi aşamada olsa ilişkiniz birinden birinde geleceksin o tezgaha. Kaçışın ancak “alacaksan yanıma gel” dediğin zaman, o da bir ihtimal. Hoş dükkanının var olması bile o hegemonyaya riayet etmene şartlı. Hadi diyoruz… o safhaya kadar icapların iptidailerine istinat ettin sayalım. Fakat o safhadan sonra her an hegemonyanın kucağına ha düştün ha düşeceksin.
- 8 milyar insan dedim az önce, atlamayın atlamayın.
- Atladığım falan yok. Sanki 8 milyar insanı doyuruyorsunuz da… doyurmak umurunuzda sanır işin aslını bilmeyen.
- Ya kim doyuruyormuş.
- Aklı alaya almayalım da öyle konuşacaksak konuşalım. Yoksa, hakkımdaki hükmünüz ne ise infazına geçin, gevezeliğin lüzumu ne burada!
- Tamam canım, hiddet ne lazım konuşuyoruz güzel güzel, o kadar alıngan olmayın yani. Konuşayım dediğiniz örnekler vardı hani ulaşım falan…
- Ulaşımı, enerjiyi, sigortayı, çimentoyu hiç konuşmayayım. Ya da belki sonra konuşuruz. Yoruldum.

yazının devamı için mausunuzu bu satıra tıklatınız

Yazarın Diğer Yazıları

Döndürülen Dolaplar Ve Dolaplara Doluşanlar

Şehir, Yönetimin Konusu Değil Yönetenin Ta Kendisidir

Aday Seçilen

Murat - Mürted - Mir'at

Para Nedir?

Siz Yazmış Olun