Ey Şehir, Şöhretin Ya Şehriyyenden Menkul Ya Şehviyyenden Belli

Şehir, eğer insanın hayatını ileriye doğru götüren bir şeyse elbette akılcı tutum, şehri ileriye doğru götürecek, genişletecek yatırımlar yapmaktır. Tabi bir şehrin ilerlemesi onun sunduğu “ehven”i isteyen insanların sayısını artıracaktır. Ve nüfus arttıkça şehri ilerletmek için yapılması gereken yatırımlar durdurulamayacaktır. Büyük şehir, ortanca şehir, küçük şehir gibisinden bir klasifikasyon uydurulunca da, garip gelmesi bile abes, bu klasifikasyon regülasyon adına gerekli sayılacaktır tabi ki. Kim sayacaktır? Öyle görünüyor ki, Sebep ile Nâsip. Çünkü ikisi de aynı nesebin dölü ve dölütüdürler. Bugün 16 tane büyük şehir var Türkiye’de. 30’u geçecekmiş yakında. 400’e yakın ortanca şehir ve 40 kadar düz şehir, 900 tane de küçük şehir sayılıyor şimdiki günde.

İnsan hayatını ilerleten bir şehir mi istiyorsunuz? Ne duruyorsunuz gidin bir büyük şehre o zaman! Fakat büyük şehirlerde çoğunluğu teşkil edenler, “evet ben de insan hayatını ilerleten bir şehir istiyorum” diyenlerdir garip bir şekilde. Şehirleri onları sükut-u hayale uğratmış demek ki. Nereye gitsinler peki? Bir yere gitmiyorlar zaten, şehri ilerletiyorlar genişletiyorlar mütemadiyen. Eğer şehrin görüp göreceğimiz cevheri bu insiyaktan tebarüz ediyorsa, aslında şehri, “hayattan şikayet edenler” doğuruyor, yapıyor demektir. Müşteki şehri, şehir müştekiyi doğuruyor şu halde.

Bu fasit daireden çıkmak sevaptır. O daireye girmek zaten haram emsal bir hata olduğuna göre tövbe etmek sevap, böyle bir fasık şehirden kaçınmak da farz oluyor demek ki mecazda.

Böyle bir yere “şehir işte başka ne ki!” sigasıyla şehirdir demek felakettir. Çünkü bu kabul, şehrin kötücül ve yanlış olan işbu oluşumunu daha da tehlikeli hale getiren bir biçimsel doğruyu dayatmaktır.

Şehir “işlerimizi çekip çevirmek”ten, “çekilip çevrilecek yakışıkta işler edinmek”ten, “bir işin üstesinden gelmek”ten kaçıp da hamamböceklerinin “kırıntı, rutubet ve karanlığa koşturması” gibi kolay, bol, çabuk, ucuz tamahına garkolunan bir şeyse, orada, kaçanın kim kaçmayanın kim olduğunu tesbit etmek lazım. İşte şehirden bahsederken, şehirliden bahsederken tercihleriyle teşhis edebileceğimiz bir “kimlik sahibi”nden bahsetmiş oluyoruz…. iyi biline. Şehir, sakinlerinden ve hemşehrilerinden teklif ve takdim edilenlerin nefse değil gereklere münasip, ulvi, mübah, helal, farz, marifetli, maharetli olması halinde şehir olur. Aksi halde orası temerküz kamplarından, manifaktürlerden, finansal şebekelerden, sosyoloji laboratuvarlarından bir tane birşeydir. Ve kerihi ehveni bütün dünya şehirleri arasında hesaba katılır bir mevkiye de sahip olamaz. Bir hesabı çevirenlerin topaçı, kamçısıdır o dakikadan sonra.

Mesela Beykoz… gündemleri dışarıdan, yenilip içilenleri dışarıdan, hocaları dışarıdan, binekleri dışarıdan, enerjisi dışarıdan, yöneticileri dışarıdan, yönetilenleri dışarıdan,… dışarıdan dışarıdan. Çarşısı kendi emtiasına çorak, okulu kendi dersine yavan, meclisleri kendi gündemine yaban bir Beykoz var, sureta şehir işte.

Burası, ismi konduğunda geçici, bir zorlamaya bir keyfiyeye bağlı, isteyenine istemeyenine sorulmayarak kabul edilmiş herhangi arazi parçası mı ki de sakinleri “geh bili geh geh” diye cezbedilmiş/celbedilmiş kümes ehli bilinip bellenecek!? Yoksa en küçük amel defterleri olan “sergüzeştler”den ve en büyük amel defteri olan “tarihi”nden belli kimlikle kendine biçtiği rolünü, geleceğe tevarüs ettirecek “bir vatan parçası şehirdir Beykoz”, değil mi? Hayır mı! O halde şöhreti şehviyyesinden belli şehirleriniz sizin olsun, bana müsaade.

tahsinyilmaz@yahoo.com

Yazarın Diğer Yazıları

Döndürülen Dolaplar Ve Dolaplara Doluşanlar

Şehir, Yönetimin Konusu Değil Yönetenin Ta Kendisidir

Aday Seçilen

Murat - Mürted - Mir'at

Para Nedir?

Siz Yazmış Olun