Ya Gösterdikleri Gibi Ol Ya Oldukları Gibi Görün

Münafığı nerede arayacaktık ki... Münkiri ve müşriği teşhis etmenize lüzum yoktur zaten. Onlar takdim ederler kendilerini. Münafık teşhis edilmelidir. Edemiyorsanız sizin münafıklığınız yüzündendir. Çelişki dediğin tam da nifak olmaya sakın!

Başka türlü rahat yüzü göremeyeceğini düşündürttüler değil mi sana! Sen de uydurdukları gibi oldun ve oldukları şeye uydun. Bi’de kültür mültür konuşursun utanmadan. Allah “müslüman” adı vermiş sana. Ama halin mevcut manzara. O halde münafık mısın, müşrik misin, münkir misin seç arasından kızara bozara.

Bu dört ism-i failin ne olduklarını tarif etmek zor değil. Zor olan ben şuyum diye teşhis etmektir. Zor olan etrafındakilerin onlardan hangisine numune çıkageldiğini keşfetmektir. Ben kendimi müslüman bilir beller iken bir müslüman bana “a münafık sen de müslüman isen” diye çıkışacaksa hangi küllde tedvin edilen çokluktan biri olduğumu nasıl bir teşhisle beyan edecek?

O teşehhüsü hangi niyet-celep, hata-kaza, ruhsat-azimet, zaruret-tehayyür, icap-ihtiyar, hilaf-ihtilaf usulüne istinatla halimin madden hükmünün yahut manen hükmünün delili diye kesecek, kestirip atacak biri çıkacak da!

Süleymaniye Külliyesi ile Ayasofya Kilisesi sübutları tartışmasız meydanda hatta meydan açmaktayken maddi hükmedişle hangisi niçin İslam’dır, hangisi niçin değildir? Böyle bir tezkire açmanın ne demek olduğunu, nasıl başarabilip de saçmalamayacağını ve niçin açacağını düşünmediğini bir insanın kendine izah etmesi muhaldir. Ancak zihinlerin keçeleşmesini pekiştirir ki zaten Müslümanın mümine yakışmayan hallerinden etrafa bulaşan yozluk, yobazlık, fısk ü fücur ve fesada emsal bir imhal olur bu ihmal. Aslında nifakın, şirkin, inkarın karşısında nasıl bir vaziyet alış – vaziyet ediş usulü belirleyeceğine yaraması açısından kıymeti vardır bunların mümin indinde. Mümine yakışmayan ne olsa zaten gayrısındakiler cümlesinin birer değişiğidirler.

Kendisi ordu komutanı olduğu halde ve hilafet şehrini bir ay kadar kendi tavzifiyle tarassutu altında tutan muhafız taburu ile muhabere halindeyken Halife’nin öldürülmesine seyirci kalan adamın yeni Halife’ye “o cinayetin davasını tehir etmektedir” diye biat etmeyişi ve biat almaya bakması hikayesinde bir münafık yoktur diyorsak, bu, keçeleşmiş, sakızlaşmış zihne yeter delildir. Hakeza Peygamber’in cenaze namazını kılmakta tek mahalde tek cemaat olarak saf tutamayanlar arasında münafık aramıyorsak, bu da, keçeleşmiş, sakızlaşmış zihne yeter delildir.

Münkiri ve müşriği teşhis etmenize lüzum yoktur zaten. Onlar takdim ederler kendilerini. Münafık teşhis edilmelidir. Edemiyorsanız sizin münafıklığınız yüzündendir. Herifin teklif yahut tembih, tavsiye, telkin, nush hatta iddia kisvesinde tebarüz ettirdiklerinin salih amelle, hakkı-sabrı tavsiyeyle, ahde vefayla ancak düşmanlığı varid olduğunu mukabelen söylemezseniz yüz bulup azıtacaktır, diretecektir hirfetinde. Sehven, gafleten, cehlen, habersizken takrir ve takdir ve de takdim ettiklerine mukabelen ikaz gören bir insan evladı garaz etmez, inat etmez, kıraççılık etmez zaten. Münafık değildir çünkü. Bi’l-akis garaz, inat üzre diretiyorsa orada şu satıra kadar zikretmediğimiz bir sıfatın sahibi vardır: şeytan.

İlmen takrir ve takdir ve de takdim ettiklerinde agahlık bulunmayan ve aranmayan bir insan münafıklığının farkında değildir. Farkına da varamaz. İkaz etseniz de muhtemel değildir farkediş. İlmi bir takdimde agahlık aramayan zaten münafıktır ve halinin farkında değildir. Mesela imalat, istihsal, hizmet, ticaret, muvasala, münakale, hıfzı’s-sıhha, talim-terbiye, orman, liman, maden, su, gıda, ordu, gemi, araba ilahiri iş ve işlemlerin mali meblağlarıyla dünyanın madden en hızlı büyüdüğü gösterilen ülkesinde; “asgari ücret tatbikatı”nın meri ve de cari tutulmasını es geçmek o iktisadi mihenkleri doğuran ilme yakışmaz. Agahlık aranmayan ilim beyanı bu emsaldir. Hem ekonomik faaliyet hem mesleki faaliyet hem ticari faaliyet ve hem kamu faaliyeti için mihenkleriniz, tasnifiniz, kavramlarınız, değişkenleriniz, gösterge şablonlarınız olacak hem de yoksulluk sınırı diye açlık sınırı diye bir kavrayışa bağlı olacaksınız… bunlar birbirine uymaz. Uyar sananlar agahlığı rafa kaldırmışlardır. O yüzden öyle kapılmışlardır ve sapıtmışlardır.

Bir insan ki halini yahut nefsini görmeden daima ya da bi’zamanlar iş işlemiş olsun. Biz o insana halini/nefsini görmez, gözetmez işlediği için ya deli, hasta diyoruz ya da siyaseten bir sıfat veriyoruz. Mücrim, meczup, muhalif, sofi, dai diyoruz. Münafık demiyoruz. Çünkü münafık “mümin görünen ama ya inkarını ya şirkini bilerek ve o görüntüsü sayesinde gizli gizli yürüten” demek olur. Biz mümin görünene münafık diyemeyiz. Ama münafıklığı ön alabiliriz. Deliliği ön alsanız bile delilere ayaklarını denk aldıramazsınız… Fakat münafıklığı ön almak münafıklara ayaklarını denk aldırmaya yetişir ve zaten tek yolu da odur.

İtikadına göre faiz haramdır demekteyken bir insan faizle iştigal ediyor diye şizofren sayılmıyor ama o insan belediye başkanı olmadığı halde öyleymiş gibi davrandığı ve kendini öyle takdim ettiği için ruhen hasta sayılıyor! Birinciye niçin münafıksın demiyorsak, o sebebe emsal sebeplerden tulu eden nice sapkınlıklar yolunda cemiyet fesada uğruyor mütemadiyen. Adalet yaymaya çalışıyorum diye diye nice zulmü işleyegiden insana nifaklar çıkardığı meydanda olduğu halde “uğraşıyor işte, çabalıyor işte, ama zamanla düzelecek gidişat, selamet yakındır” diyerek mühlet mi verilmiş olunuyor? Yoksa bu müsamaha, bu itimat kisvesinde kendi menfaatinin gereğini mi gerekçelendiriyor etrafa herkes! Bu insanlar ne münafık ne şizofren! Fakat yetki yüklenmiş mercilerde makam emanet edilmiş mesela fasık belediye başkanının yapmadığını yapmağa yaptığını iptale uğraşan sade insan, “olmadığı kişiymiş gibi yani belediye başkanı gibiymişçesine davrandığı” için hasta ve hatta bozguncu yaftalanıyor heyhat.

Bu cenderede ezilen ya da rehavete sürüklenen cemiyetin ahvalini resmeden adama ise sanatkar deniyor bi’de. Haysiyeti adına ne çok eser meydana çıkardığını belirterek kendiyle iftihar eden bir cemiyet, akranları ve akrabalarıyla öyle bir boğazlaşıyor ki birgün, o günden sonra yaşadığı ruhi işkencelerden sızmış, doğmuş muhalefeti kendine yeni yeni meslek ve meşgale ediniyor insan. Avrupa Savaşları… hele en fenası iki cihan harbi… Ama bu meşhut münafıklığı ön alacak hiçbir gayrete seferber olmuyor o insanın cemiyeti! Dadacılar’a ve Nietzsche’ye şehrin fevka’l-ade mekanlarını tahsis ediyor ama Illich’i kiliseden kovuyor!

İnsana bunu yaptırtan nedir? Bu sualin cevabını tartışabilmek için “insanın yaptığı ne imiş ki” muahezesini aşmış olmalıyız. Ama nerdeee! Güya o amaçla kültür araştırmaları yapılıyor. Bi’dolu ıstılah tahriç ediliyor. Çeşitli Sınıfların Kültürleri, Çeşitli Sistemlerin Kültürleri, Birilerinin Kültürü, Her Zamanın Kültürü, Herkese Geçerli Kültür… gırla.

Plow’dan Tractor’a geçişiyle tarım ve dolayımındakiler arasında, tarım ve merkezindekiler arasında, tarım dolayımındakilerle merkezindekiler arasında ilişki biçimleri, taşıyıcıları ne gibi değişmelere uğradı… falan soruşturup duruyorlar. “Ne yaptın bak gör” diyecekler sonuçta insana, peh. Karasabandan traktöre geçiş sanki bütün coğrafyalarda, bütün iklimlerde, bütün sınıflarda, bütün sistemlerde, bütün zamanlarda, bütün kültürlerde, bütün herkeste geçerli, makbul, mübah, mümkün bi’şeymiş de “ne yaptın bak gör ey insanoğlu” teşhislerinin başat meselesi sayılıyor! Çorbalık kurutma bir yerde hazır çorba istifleme bir yerde. Bu iki şeyden birini yapıveren diğerini yapmayıverendir. Yani insanın ne yapmış olduğu, o yaptığını terkettiği zaman “yapmakta olduğu şey şuymuş diye” teşhis edilebilir gibi mi davranacağız yalandan yere! Yani bugün Amerika’da, Rusya’da, Brezilya’da falan yapılan tarım karasabanla da traktörle de yapılabilir şey midir sanıyorsunuz? Tarım çapasıyla açtığı karık içine eliyle attığı tohumdan yapılan hasada denir. Saban, pulluk, koşum, öküz, traktör, kültivatör, ekskavatör, loader… bunlarla yapılan iş başka yerde de yapılabilen bir şeydir. Bunlarla orman açabilirsiniz mesela. Mayın da döşeyebilirsiniz. Hatta orman dikebilirsiniz, mayın sökebilirsiniz bunlarla. Karık içine elinizle attığınız tohumdan yaptığınız hasadı ise tarımdan başka isimle zikredemezsiniz ama. Çorbalık başka bir iş, hazır çorba başka bir iş için olduklarından dolayı başka başka yapmadırlar yine mesela.

İşte böylesi şaşırmalar içindeysen eğer sen, yaptığınla güttüğün arasındaki tenakuzu sezemezsin. Kendi elinle örttüğün fesadın sonuçlarını ya hedefe isabet diye takdim edersin ya bertaraf etmek için uğraş edinirsin ya yeni açılımlar diye tavsiye edersin. Sanki bu böyle olmuyormuş da toplumsal değişme diye, zamanın değişmesi diye bir beşinci unsur varmış hava, ateş, su, toprak yanısıra, işte onun marifetiymiş bütün ne olup bitiyor, başımızdan ne geçiyorsa.

Yapılan – Yaptırtan arasındaki çelişki veya uyumsuzluktur nifakı doğuran diyorlar. “Sen” ayrık tutuluyorsun bu deyiş indinde. Uyum varsa dahil ediliyorsun o ilişkiye ancak. Ve o zaman ortaya çıkan manzaraya “geliştiren değişim” diyorlar. Olumsuz olan değişimi ise arıza telakki ediyorlar. Çünkü diyorlar orada denge yoktur, bozuktur diyorlar. Bozuktur dedikleri esasen “işe yaramaz” olur ya, neyse. Dengeyi sağlayan bir “Ben” giriveriyor o mütalaaya. Bir güdüleyen indi bir güdüsü/gidisi/gidişi istikametinde “yaptırtan” yaratıyor ve ona “yapılan” ya da “yapı” yarattırıyor ve “yaptırtanı” herkese benimsetiyor. Sonuçta yapılan-yaptırtan çelişkisinde farzedilen boşluğu “sen doldurur” kılınıyorsun. Bu aklediş, “ne oluyor da sen o ilişkide/dengede tuttuğun yerden tardediliyorsun” sualini sükut geçiyor heyhat. Allah’ın Peygamber göndermesini de böyle açıklıyor herkes. Çünkü teoloji-teleoloji yutturanların tedrisatından geçiyor bütün insanlar. Kültür tedrisatından geçtikleri gibi. Bu insanların kültür gözlemlerinden de güya kültürlerinden de insanlığa hayır mı gelirmiş! (24 Mayıs 2018)

Yazarın Diğer Yazıları

Döndürülen Dolaplar Ve Dolaplara Doluşanlar

Şehir, Yönetimin Konusu Değil Yönetenin Ta Kendisidir

Aday Seçilen

Murat - Mürted - Mir'at

Para Nedir?

Siz Yazmış Olun