Üç Meselenin Yenisi - IV

Kimisine Göre İyi, Güzel, Doğru Yahut İyiye, Güzele, Doğruya Göre Herkes

yazının önceki parçası için bu satıra mausunuzla tıklatınız

- Bir şeyi eskimez kılmakta da yepyenileri imal etmekte de pek mahir sanıyorsunuz kendinizi. Sizin öyle sanmanız bir şeyin o olmasını gerektirmiyor ama değil mi?
- Bizim cihazımızla mı vuracaksınız beni?
- Vurmaz mı yani sizi?
- Deneyin bakalım.
- Olması gerekene değil olagelene istinat etmektesiniz. Şu halde sadece beşere asılıyorsunuz. Fakat olagelenin yani sürece tabi yaşayan mahlukatın icaplarını rızalarıyla/tatminleriyle devindirmeye koşutluyorsunuz her bir beşeri. Her koşutlamanızı her can taşıyanda işgörür kılmaya güç yetiremeyebileceğinizden hayıflanıyorsunuz keza.
- Yani.
- Yanisi şu, bu manzaraya muttali olur da bir beşer sadece beşer değil insan olduğunu görmez mi ya! İşte duvarlarınızda kapatılması imkansız bir gedik oluştuğu andır o an.
- Korkulu rüyamız bu yani size göre, ısrarla o noktadasınız hâlâ.
- Yapmak ehliyetinin ehlileştirilmekten değil de selahiyet sahibi olduğuna dayandığını görmesini engelleyemediğiniz bir an gelecek diye korkuyorsunuz aslında.
- Hangi tür can taşıyıcı imiş peki bu da koşutlarımız gün gelir işlemezmiş ona ha!
- Kurban edilmeyen canları düşünün mesela.
- Vahşiler mi? Biz onları surlarımızın dışında tutuyoruz. Kendilerine tefrit irade ettiklerini düşündürerek hem de.
- Hayır ve evet. Kediler gibilerini düşünün hele. İkrar edin canım ev kedilerinin bile avlanmayı terk etmeyişlerini çözemedi hiç kimse.
- Ha siz özgürlüğün insanın fıtratından çıkarılamayacağından hiç mi endişe etmediğimizi öğrenmek istiyorsunuz.
- Ediyor musunuz?
- Elbet ediyoruz. “Canı Çekmek” kulvarını zaten o yüzden mümkün olan en geniş şekilde tutuyoruz ya.
- Fehmetmeyi öldürmek yetkinliğinize itimat ettiğiniz kadar vehmedişler karşısında nedir durumunuz!
- Vehimler! Evet vehimler. Devam ediniz.
- İtiraz etmek veya önermek, şikayet etmek isterlerse sırf bir yepyeni cezbesiyle!
- Hangisine cevap vereyim önce?
- Önermeye verin.
- Tamam. Biz Yepyeni Türkiye’nin Asilleri şahsında bir politikacı var huzurunuzda farzederek dinleyin bakın şimdi.
- Zor olmayacağı muhakkak.
- Politikacılar “şimdi, burada, hazır” olan kılıfında sunarlar, vaadederler, savunurlar. Lakin politikacılar iletişim bahsi mevzu olduğunda “şimdiyi, buradayı, hazırı” istemezler. Sanırsınız ki seçmenleriyle yani bizim indimizde onlar sürüdürler… politikacıları sanırsınız ki seçmenleriyle “her an ve hemen” münasebette olmayı en çok talep edenler arasında “en öndekiler”dendir onlar. “Daima faal politik” olmak imkanı veren cihazlanmanın birinci müşterisi onlarmış gibi görünebilir. Basım ve yayım sektörünün başat müşterisi ve başat tedarikçisi olmaları dolayısıyla o sektörlere müstahzarlar arzeden veya kullandıran her imalat ve hizmet faaliyeti politikacıya çok yarayışlı gelir aklen. Eksojenik istikamette yani politikacıdan seçmene, siz sürüye anlayın seçmen lafımı, onlara doğrultulu vuku bulan iletişimde böyledir elbet. Lakin endojenik istikamette yani politikacıya doğrultulu olanda “her an ve hemen” bir intikalin vuku bulabilmesini isteyenler arasında politikacılar en arka sıradadırlar.
- Oysa haber, bilgi, hüküm, şart, emir, ünlem intikali tek yönlü bir hadise olmadığı yüzünden, o türden temasların bir veçhesini madanız almazken ve fakat diğer-eş veçhesine aşırı iştah duymanız namusla, mertlikle, haysiyetle bağdaşmaz.
- Yahu kardeşim sordunuz cevaplıyorum. Demin konuştuklarımızı tekrar mı ettireceksiniz, faydanın da hazzın da rehavetin de harc-ı alemin de başata oturduğu yerde namusu, mertliği, haysiyeti tardetmek için kim zahmete girsin, buldunsa koy. Sözümü kesmeyin şimdi… nerede kalmıştık?
- …
- Ha efendim politikacılar söyleyeceği şeye her iletişim, ulaşım, haberleşim, bildirişim vasıtaları ve faaliyetlerinin amade durmasını sağlayan fakat gelgelelim ona işittirilecek şeye iletme, ulatma, ihbar ve bildirme darboğazı uygularlar. Zaten politik her mahal, mevki, mecra ve meydanları onlar işgal etmektedirler. Bu tavır yani size göre “meymenetsizlik” sesimizi duyuramıyoruz şikayeti hiç susturulamayan politikacılarda da bir virddir.
- Yani o say ü amel şartından mütevellit politikacı seçmeniyle arasında etkileşim, münakale mükâleme, muhavere, müşavere amacını tam karşılayan mekanizma kurmamakta boşa ayak diremiyor zahir.
- Bugün ışık hızında iletişim potalarının arasından politik nitelikte olanının herhangi ülkede bi’tekcik politik parti tarafından kurulduğunu göremezsiniz.
- Yani…
- Yani biz işimize yaramayan önerilerin önünü iletişim cihazlanmasıyla bile tıkarız. Ancak bizim için iyi olanı önerebilir seçmenlerimiz, başka değil.
- Bu durumdan şikayet etmeyi canları çekenler neyle durduruluyor merak etmemek kabil mi efendim?
- Durun durun henüz şikayet mevzularına gelmeyin. Sizin beğeneceğiniz tabirle söyleyeyim biz sadece berhava edici yöntemlerle çalışmıyoruz. Spekülasyonlarla beslenen maniple paravanlarımız var: Kültür İşleri.
- Hoppala bu zeminde ne kültür edilirmiş ki!
- Tamam. Zaten o amaçla kültür işleri efendim bizimkisi.
- Kültür mültür dedikleri / Kalbur kübür öğüttükleri / Koca koca adamların / Haberi yok n’ettikleri!
- Hah tam güzel düşürdünüz. Alev Alatlı çıktı sahneye geçende. Hatırlayınız. “Havas ile alay eden avamın bütün aleladelikleri her hasadın vasatı belleniyor” serzenişleri nihayetinde şöyle yumurtladı: “Dünyanın iyiliği için Türkiye” mottosu veriyorum hepinize dedi.
- Dilini eşek arısı sokasıca…
- Alatlı gibileyin havasın takbih ettikleri avamdan bir farkı mı varmış anlayan çıktı mı? Çıkmadı. Alkışladılar bütün sürü halinde. Peki kim anladı “özen ve öneri makamı müdafaa edenin eliyle nasıl da kötürüm” tutulabilirmiş ve hatta o el bile bunu sezemez kılınırmış, kimse anlayabilemedi tabi. Ne demek oluyor “dünyanın iyiliği için Türkiye”?
- Lafın kavuzu tabii ki.
- Dünya dun yer. Düşüktür, özenilmezdir. Düşük yer lehine davalar için Alatlı’dan daha muvafık kişi kim bulundurulabilirdi o sahnede başka, bilmem. Fakat kendisi o davaların avukatı olmak istiyor deseniz itiraz etmem.
- Bravo size.
- Niye bravo bana? Laboratuvar deneğimizsiniz siz, denek bizmişiz muamelesi yapmayın bana canım.
- Nutku tutulmak benimkisi. Keza Türkiye dun diyarlar için değil dun diyarda kurulabilecek açılabilecek tek iyi yer iken, ona layık görülene bakıyorum ve size bravo diyorum. Değil mi ki Türkiye dun zevatın aşık attığı yer oldurulmaya başlandığı günlerden beri dünyadaki tek iyi mevki, ravza olan mescidü’l-haram hakarete, tecavüze uğramaktadır. Dünyanın lehine hangi iş var ki Türkiye’yi iyi kılmaya ve dahi Harem’i izzetine layık hale tekrar büründürsün? “Dünyada ve ahirette iyilik için Türkiye” isteyenler var mıydı zaten sizin çöplüğünüzde, bilmiyorum. Alatlı’nın konuştuğu o sahnede yoktular fakat demek ki.
- İyi, güzel, doğru kelimelerine ne ettiğimizi gösterebildim mi? İletişime ne ettiğimizi gösterebildim mi?
- İyi, güzel, doğru kelimelerini mutlak keyfiyetleriyle birer mücerret oldukları halde herbirini indi mukayyet keyfiyet zarfına hapsedenler kendi tenakuzlarını, budalalıklarını yahut esasen murdar kendilerini kabul etmemizi dayatıyorlar… sayenizde oluyor ha bunlar?
- Gücümüzü biraz daha yakından gördünüz işte.
- Bana göre iyi – sana göre iyi ayırımından şüphe bile edilmiyorsa ilk elden bütün mürailer kendilerine istisna alanı açmış zahir… sayenizde oluyor ha bunlar?
- Ya… kimin gölgesi geniş, eli bol anlıyor musunuz!
- O ayrım pek âlâ işliyor ise insanlar arasında müşrik kim nereden anlaşılsın ki ben sizi o yerden topladıklarımla taşlayayım bilemedim…
- Pes mi yani!?
- Bu kelimelerin sana göresi bana göresi ona göresi olmaz efendi. Herkesi göresi vardır o kelimelerdeki mücerret anlamın. O anlamda bulduğunuz bir hayat yok ise indinizde siz hayata düşman bir çürümüşlük içinde yaşıyorsunuz hah. Pes edecek mişim, acırım ancak halinize.
- Hoop hop, yavaş geliniz yavaş.
- Pes etmeyeceğim fakat bir itirafta bulunacağım.
- İşte laboratuvar deneğimizden bir mahsul geliyor nihayet.
- Bilmen ne işinize yarar bu itirafım ama buyrunuz dinleyiniz. Biliyorsunuz Sokrates söyleşmelerinden biri var. Şölen ismi altında risale edilmiştir. Birçok yayıncı yayımladı ondan. Orada sevmek fiilinden dem vurularak sevginin, sevinin tuluuna ve makasıdına dair mükâleme kaydedilmiş olunuyor. Onu okuduktan yıllar sonra işte şimdi farkediyorum ki Sokrates orada çarpıtılıyor.
- Ha şunu bileydiniz diyeceğim ama, bilemeseydiniz daha çok lehimize olacaktı.
- Söylemesine vize verilmiş olanlar bize ulaştırılmış o risaleden. Sükuta atılmış sözün özü.
- Kim yapmış acaba! Biz olabilir miyiz sizce? O risalede konuşturulan ve Sokrates’le yarenlik eden zevatın itibar esirgenmeyenleri kimlerdenmiş acaba!
- Yine farkediyorum ki Sokrates üzerinde bir hesap işletilmeye çalışılmış sohbet bahanesiyle. Kendi dilleriyle söylemekten sakındıkları fesadı Sokrates’i aldıkları makastan mahut bir istinbatla Sokrates’e söyletmek tezgahı kurulmuş. Ve Sokrates bu kumpası bozmakla beraber has olanı takdim başarısı da gösterebilerek ve muhataplarını habislikle itham edici duruma düşmemek mücadelesi veriyormuş meğer.
- Risaleyi kaleme alana ne demeli!
- Hadi canım… o da mı sizden?
- Risaleyi kaleme alan oradaki art niyeti niçin tasrih etmemiş, Garip Sokrates’e niçin imdat olmamış acaba anlamak için kafa yormaz mıydınız?
- Yorsam ne fayda diyeceğimi sanır mıydınız?
- Bilmem.
- Nasıl bilmezsiniz!
- Onu bilmem, kezalik o yüzden laboratuvarımdasınız. Bilmeye çalışıyorum. Sırası gelmişken bildiğim bir şeyi bildireyim bakınız. Bugünkü beşeri bu kadar mücehhez kılmışken Türkiye’yi de o cihazlanmaya açmışken kendi teçhizatımızın kendimizi vurmasını görmezden gelmeyeceğiz takdir edersiniz. Ta Şölen gününden beri dikkatimizin diri olması sizi hayrete düşürebilir tabi. Çok görmem size.
- Çok lütufkarsınız.
- Bugün insanı düne nisbetle fevka’l-ade mücehhez olmasına rağmen öyle anlaşılmaz budalalık, basiretsizlik ve tembellik, ihmalkarlık, ayıkmazlık içinde ki acemiye tahayyül medet, işbu ahvali yüzünden yaşanıyor dünyadaki memnuniyetsizlik de istismar da suiistimal de aymazlık da istiskal de.
- Önerileri nasıl maniple ettiğinizi cevapladınız, şimdi de şikayetleri ve itirazları bir vehim olsalar bile nasıl maniple ettiğinizi cevaplayacaksınız galiba.
- Evet. Bakınız bundan 100 – 150 sene evvel bir belediye başkanı “şehrimize özerklik tanınmalıdır çünkü diğer şehirlerden hep hep farklı bir şehirdir artık” derken aha şimdi… duydunuz değil mi bu sözü?
- Evet duydum.
- Sanki o kişi geçen üç yıl içinde “yok öyle yok böyle demesin şikayet etmesin kimse, beğensek de beğenmesek de bizi sistem yönetiyor” dememiş gibi bugün söylediğine bak hele! Üç yıl öncesi o sözünü de duydunuz değil mi?
- Evet duydum.
- Birbiriyle çelişik şu iki sözü üç yıl arayla bu çağda değil de 100 – 150 sene önce söylediğini farzedin. Başkanın bu aymazlığını tektir edecek insan o kadar azdır ki o gün, çünkü çok çok olsun bu iki sözünü ilk ağızdan duyan kadarcık… yüz belki bilemediniz bin kişi kadarcık insan bulunabilirdi. Sözünü bütün şehir ahalisine duyurmak imkanı bulmanın peşine düşse mazideki o belediye başkanı demirbaşıyla, levazımıyla, memuruyla, masrafıyla ve hayli gün sürecek meşguliyetle başarabilirdi bunu, değil mi?
- Evet.
- Ama şimdi bir söz söylüyorsunuz ve dünkü günden daha çok ve karmaşık müstahzarlar ve gazaimeler sözünüzü o saat bütün şehre ishal ediyor. Hatta tebellüğ vaki oluyor. Yani dünden bugüne aralarında tekamül cihetinden dağlar kadar fark bugün lehine teşekkül etmiş “muvasala ve muhabere kabiliyetine” sahibiz.
- Ee.
- Senin herzelerin ve hezilelerin için mi seferber olup yapıp ettik biz bu sosyal cihazlanmayı, ne diye israf ve heder ediyorsun o cihazlara tahsisli emeği, harcamayı diyen çıkıyor mu peki?
- Duymadım öyle şikayet ve itiraz eden, demek ki çıkmıyor.
- İmkanlarını mukayese muhal iki mevkidedirler belediye başkanı ve ahali dünkü şartlarında. O yüzden dün niye çıkmazdı diye arayıp bakınmayalım. Ahaliden kimin gücü yeter idiyse aşk olsun yani belediye başkanını muaheze eder bir sözü bütün hemşehriye neşredebilsin! Lakin bugün iletme, işittirme imkan ve mümkünleri tahtında bir belediye başkanıyla ahaliden herhangi kişi birbirine mukabildirler. Gelgelelim başkanın fıskı aşikar olsa bile kimse aldırmıyor ve dahi fesadı hiçbir maniye takılmazcasına neticesine varıyor, herkese tesir ediyor. Hangi mümkünler üzerinden cereyan ediyor bunlar: iletişim kurum ve cihazlanmaları üzerinden.
- Nasıl başarmaktasınız peki bunu?
- İşte size sarih ibraz ediyorum ve ne keşfedebileceksiniz görmek istiyorum. Laboratuvarımdasınız ya. Siz söyleyin.
- Durun bi’tekrar geçeyim. Ne diyordunuz? Bugünün diyordunuz; iletme, işittirme, nadiye açma müştemilatına dahil hangi alet edevat kifayetsizdir, hiçbiri. Bi’l-akis hepsi mükemmel. Bugünün o azme muvafık hangi alet edevat nedreti vardır?: yoktur. Hepsi çarşıda pazarda sebil mi, sebil. Yine bugünün o azme amade hangi alet edevatı uzmanlık, ustalık istiyor, hiçbiri. Bi’l-akis hepsi çocuk oyuncağı. Şu üç veçheden sayacağınız dünkü günün vesaiti bugüne mukayesesi muhal o denli iptidai, o denli nadir ve pahalı, o denli talim ve tecrübe şart üstelik. Ama beri yanda atalet öte yanda hasaset tepemizden aşağı rezalet topuğumuzdan yukarı zillet. Kalmadı haysiyet, izzet.
- Evet, durumunuz aynıyla böyle. Keşfiniz nedir lütfetseniz…
- Vallahi seçemiyorum, billahi bilemiyorum. Ancak sezebiliyorum. Ama o da ancak beni bağlar. Sizce kıymeti nedir söylesem mi, söylemesem mi!

yazının devamı için mausunuzu bu satıra tıklatınız

Yazarın Diğer Yazıları

Döndürülen Dolaplar Ve Dolaplara Doluşanlar

Şehir, Yönetimin Konusu Değil Yönetenin Ta Kendisidir

Aday Seçilen

Murat - Mürted - Mir'at

Para Nedir?

Siz Yazmış Olun