Kulun Hakkı, Allah’ın Hakkı, Kuralın Hakkı

"İçtimai ahenk teklifi yerine geçmesin kader" garezinde değilse, beşeriyet, cinnet ile yahut kadüklük ile neticelenen şu nice mahut ve mahuf tecrübesini nasıl izah edecek acaba?

Kulun hakkı, Allah’ın hakkı… bu ikisinde ve arasında yaşar nizam. Peki bir kula hakkını verdiren mi, Allah’ın hakkını mı veren nizam içindeyiz yoksa “kaidelerin hakkı” gibi bir abesin içinde miyiz? Kuralları bilmek amele isabet getirir. Müphem hallerde o isabet tecrübesi işe yarar. Ve caiz bir çareyi keşfettirecek intizar gücünü tahkim ve takviye eder. Fakat kuralları bihakkın ifa rükünperestlik derekesine düşmemeli.

Kul hakkına girmek fevka’l-ade günahtır. Kul hakkı geçmesi içtimai menfaın rahmıdır ama. Fedakarlık var çünkü. İkisi de endojen olsa bile biri günah diğeri rahmet. Aralarındaki fark; birincide rıza yok ikincide rıza var, feragat var en azından. Üzerinde kul hakkı olanı Allah’ın affetmeyeceğine dair itikadımız, büsbütün muvahhidler olabileceğimizin teminatıdır. Çünkü o itikadın tekmil cüzleri ve tahkim kısımları bi’l-cümle bir muhsin gibi yaşatır bizi zira.

Nice ferdi menfaatin hem zamanında kesbi hem daima imkan kuvvetinde sehli cemiyet sabıkasından tarassut edilebilmektedir. Nice telkin ve terbiye… işte, meskende, yolda, mecliste, meslekte işletilen nice telkin ve terbiye bu yüzden içtimai cihetlere müracaat eder, o tür cihetleri terkip eder, inşa eder. Ve tedris ettirilir. Nice ferdi ziyan da öyledir bi’t-tezat. Ne gibi bahanenin nasıl tesellüllerle vuku bulduğuna yine cemiyet sabıkasından haberdar oluruz. Mesela çeşmelerinden eve su taşınan ve de bahçelerinden hanımeli, gül, sümbül toplanan şehirler yok artık. Şimdi şehir namıyla konuştuğumuz şehir ise gerçek, öncekiler ne idiler? Yoksa şehir değil miydi onlar! Yok öncekiler şehir ise essah, şimdikiler palavradırlar, tatavvuattırlar elde de dilde de. Hak hukuk ihlallerinden, cemiyetin istismarından şikayet edenlere çok rastlandığı halde o müştekiler bile çıkarlarını yürütmekte yine de bir mahzur görmüyorlarsa çok defa [Vedat Türkali söyletiyor Avukat Sevil’e, Kızgın Delikanlı filminin senaryosunda], aynı hesap, ancak kaybedildiğinde nice memnuniyeti bi’l-gafile o cemiyetten bir çoğunluk bozar kafile kafile.

Hiçbir kanun ve düzen insan zekasından üstün değildir zann-ı galibince, vehm-i cesaretle hukuku (hukuk kurallarını) esnetebilirsiniz diyenler var. İster böyle diyenleri ister işbu şeameti kanıksayanları ele alınız; nasıl işlediğini keşfettiyseniz diyorlar, işinizi o geçerliği tartışılmayan kitaplara uydurabilirmişsiniz. Çocuk oyuncağıymış hile, hülle, istisna. Aerodinamik kurallarının hakkını vereceğim diye ısrar etseniz bir arıyı, kelebeği, karıncayı uçuramazsınız ama uçabiliyorlar neticede diyerek çoğaltabildikleri karineleri de buluyorlar o eşhas.

Şu sıralı merciedeki mütedahileyi idrak arifin harcı ancak demek ki: “kul hakkı” -  “amme mesuliyeti” – “minnet ve şükran” – “Allah korkusu”.

Mahir İz levhalandırmış: “Allah’ın razı olacağı ameldir ibadet, Allah’tan razılık ise ubudiyet”.

Bir insan mesuliyetten mezun olmak için başkasının elinden tutmalı. Sadece yardımcı olmak manasını almamalı bu umdeden. Tedahüle ve halvetten geri kalmamalı özellikle geri çekilmemeli. Mahir İz böyle istinbat etmiş tahsilinden. Bu tenbihatı bir iman prensibi kuvvetinde görerek ilave ediyor: “bu prensibi başa geçirmeden Hakk nazarında mesuliyetten kurtulmaya imkan yoktur”.

Sosyal mesuliyeti insanlar arasında gezdiren şükran ve minnet, kaçınma ve esirgeme telakkileridir.

İnsan münkir olursa, en azından aczini unutursa peşinden Allah’ı unutur, inkar eder ilkin. Bütün varlıklar birbirine kuvvet ve kudret vererek varoluyor diyen kişi niye oruç tutar, kurban eder ki a! Burada bir abes, nakıza varmış da sosyal tecessüs yahut beşeri insiyak mı tesviye ediyor arayı… kural hakkı mı hallediyor meseleyi yani?!

İnsanı “insan aczini” inkara götüren aldanış onun evvela aklen ve peşinden emren keşfettikleri ihdas ve ibda ettikleri ise eğer o vakit bütün dahi, kaşif, alim, zeka, hakim her kim var ise onların kafir, münkir olmaları icabeder. Peki bu yolda bir saymaca ispat var mı elde? Böyle soruyor Mahir İz. Devam ediyor soru: Dini inkar eden okumuş yazmış takımı, mühendis, doktor profesör, iktisatçı falan yetiştikleri muhitte din tedris edilmediği için mi münkirdirler? Hayır. Bu bahis hidayet mevzuudur diyor netice.

Esma-yi Hüsna bir Yaratıcı’nın aklen kabulüne ispat olur esasen. Ve yine akıl, o şekilde bütün ispat edilen bir başka emsal varlığı da reddedecektir, aksi aklen muhal zira. Çünkü birinin yaptığını diğeri bozar. Yani Allah eserleri, sıfatarı ile bilinir, bulunur varlık diye telakki edilemez. O telakkiye münasip olan bir varlık arıyorsa akıl, bilsin ki göze görünmedikleri hasebiyle ve eserlerine şahitliğimiz iktizaıyla onlar olsa olsa melektirler.

Teslim edelim o halde… melekut cisme binmiyor diye ve cismi de bir zata mutlak burhan sayıyorsan ilaveten, ya her mümkünün failini (meleği) veya belki mümkünler terkibini ilah sanacaksın yahut kendini ilah edineceksin… bir butlana garkolarak maa’l-esef. Oysa bunlar Allah’ın işi ve hükmü olarak selametimiz için istediği şeylerdir ancak; yani sebeplerdir, kural hakkıdırlar. Aksi, zıttı, tersi telakkiler Allah korkusunu yıkar yüreklerden. Zaten hiç ama hiç korkusu olmayandan nasıl ki hayırlı iş de umulmaz ise o meyanda “kork Allah’tan korkmayandan” sözü bu hikmetledir.

Hoş… bütün künhü “oluş-bozuluş” olan mahlukatın mücerrabatını ve müşahedatını Halık’ın bilmesi kadar sabit ne olacaktı?

Levha çizeceksek buradan, diyelim o şöyledir: Sünnetullah’ı bil ki sen o hakk-ı kuyudattır. Bu inşadımız lisanımızın kuvvetli telaffuzlarından “Allah’ın dediği olur” tembihi olur. Allah’ın dediğine tabiyet cemiyetin ve gide gide nihayet cihanın nizamını verir. Zemahşeri’den nakletmiş Mahir İz, [aciz bercestemizle söyleyince buyrunuz:] “kader gökte yazılı, kaza yerde yapılı”. Bu teslimiyet tulu ettirir ki işte o cemiyetin düzenine birinci müsbet vesiledir. Mahir İz bir örnekle arzetmiş, pek velüd. Siz ilahiri ve bi’n-nevi tasavvur ediniz ziyade: Taksi şoförünün önündeki iki taksiyi atlayıp da yolun ilerisinde kenarda yoldan beriye rasatta duran müşteriyi kapmaya tamah etmemesi seyr ü seferi sükunda muhafazayı celbeder. Bu özen ancak kadere iman ve kazaya rıza tekidiyledir. Kim bilir hangi sebeple muhtemel müşteri öndeki iki taksiye ram olmayacaktır; görmezler, kendilerini gösteremezler-işittiremezler, aciliyet zuhur eder falan filan ve bizim taksiciye nasip olur o müşterinin ihtiyacını görmek bi’n-netice. Allahü’l-alem. Zorlayanlar, zora kapılanlar rahat yüzü görmezler.

"İçtimai ahenk teklifi yerine geçmesin kader" garezinde değilse, beşeriyet, cinnet ile yahut kadüklük ile neticelenen şu nice mahut ve mahuf tecrübesini nasıl izah edecek acaba?

Yazarın Diğer Yazıları

Döndürülen Dolaplar Ve Dolaplara Doluşanlar

Şehir, Yönetimin Konusu Değil Yönetenin Ta Kendisidir

Aday Seçilen

Murat - Mürted - Mir'at

Para Nedir?

Siz Yazmış Olun