Halkı Ahmak Zannettiniz Ama Değiliz - 1

Şimdi, 31 Mart 2019 mahallî seçimleri yapıldı ve Akparti hiç de ummadığı bir mağlubiyetle karşılaştı. Aslında Perşembenin gelişi Çarşambadan belliydi ama gerek Tayyip Erdoğan gerekse de partinin idarecileri görmüyorlardı. Çünkü tezgâh kurulmuş, 17 senelik

Bu yazıyı yazmasaydım delirecektim. Çünkü 31 Mart akşamından beri ortada dönen lafları, suçlamaları, kıvırmaları görünce sinirim tepeme çıkıyor, elim ayağım titriyordu. Sonunda "yazıp kurtulayım, yoksa bu düşünceler beni perişan edecek" dedim ve yazıyorum. İster beğenin, ister beğenmeyin. Benim derdim "oh olsun" değil, bugüne kadar "bu hataları yaptınız, 2023'de kaybetmemek için bu hatalardan geri dönün" demek içindir. Baştan söyleyeyim de bana küfretmeyin.

Bu köşede 1 Ağustos 2018 günü yani daha "testi kırılmadan" ve mümkün olduğunca mülayim bir lisanla Tayyip abiyi ve Akparti'yi karınca kararınca ikaz etmeye çalışmıştım. Bkz: 

https://www.alemihaber.com/yazar/islam-gemici/tayyip-abi-bu-yaziyi-okumaz-cunku-cok-mesgul_307

Ağustos'daki yazıyı Tayyip abinin okumadığını tahmin ediyorum, okuması için etrafındakilerden de en küçük bir gayret olmamıştır. Çünkü böyle bir yazıyı görmek ve okumak o günlerde kimsenin işine gelmiyordu. Nasıl olsa kervan yürüyordu. Bu yazı yüzünden Akparti'den yemlenen bazı yalakalardan aşırı derecede tepki aldım. Hiç biri demedi ki "dost acı söyler, bu adam da bize birşey anlatmaya çalışıyor." Hâlbuki maksadım, yapılan hatalardan mümkün olduğunca geri durulması ve halkın sesine kulak verilmesiydi. Fakat şunu unutuyordum: Kibir, şeytanın en çok sevdiği günahtır.

Şimdi, 31 Mart 2019 mahallî seçimleri yapıldı ve Akparti hiç de ummadığı bir mağlubiyetle karşılaştı. Aslında Perşembenin gelişi Çarşambadan belliydi ama gerek Tayyip Erdoğan gerekse de partinin idarecileri görmüyorlardı. Çünkü tezgâh kurulmuş, 17 senelik bir sistem ihdas edilmiş, pasta çeşitli dilimlerde birilerine pay edilmişti ve bu paylaşımdan herkes memnundu, Türk halkı hariç herkes...

Seçimin bitişinin üstünden 5 gün geçti, Akparti bütün büyük illeri kaybetti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu süre zarfında hiç sesi çıkmadı. Nihayet 5 Nisan 2019 günü, Cuma namazı çıkışında muhabirler etrafını sarıp çeşitli sualler sorunca, cevapları işiten sıradan bir insan olarak tüylerim diken diken oldu. Allah'ım, bu nasıl bir kibir, bu nasıl bir öfke? Abdurrahman Dilipak'ın 3 Nisan günü Yeniakit gazetesinde samimi bir dille sıraladığı 20 büyük yanlışı sanki Akparti ve genel başkanı Tayyip Erdoğan değil de, Türk Milleti yapmıştı. Sanki bu halkın oyları Akparti ve Tayyip Erdoğan'a ipotekliydi. Bu nasıl bir bakış açısıydı, bu nasıl bir mantıktı, anlayamadım.

https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/abdurrahman-dilipak/biz-nerede-yanlis-yaptik-28034.html

 

Cevapsız İki Soru

Halbuki Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Türk halkına şu iki durumu izah etme gereği hiç duymadı:

1. "Cennet kocaman bir genelevdir vs" dedikten sonra yurtdışına giden ve uzun zaman yabancı ülkelerde yaşadıktan sonra Ankara'ya gelen piyanist Fazıl Say'ın konserine giderek gülücükler saçan bir sima ile pozlar vermesinin açıklamasını Tayyip abi hiç yapmadı.

Fazıl Say'ın bu iğrenç hakaretlerde bulunduktan sonra ne özür dilediğini ne de geri adım attığını duymadık. Nisan 2012'de Twitter'dan yazdıklarıyla ilgili olan haber aynen şöyleydi: "Fazıl Say twitter hesabından "Irmaklarından şaraplar akacak diyorsun, cenneti ala meyhane midir? Her müminine 2 huri vereceğim diyosun, cenneti ala kerhane midir? Bilmem farkettiniz mi ama nerde yavşak adi magazinci hırsız şaklaban varsa hepsi allahçı, bu bir paradoks mu?" tweet'ini paylaştı. Pek çok Twitter kullanıcısı Fazıl Say'a tepki gösterirken, Fazıl Say kendisine gelen destek mesajlarını retweetledi. Say ardından da "Müezzin 22 saniyede okudu akşam ezanını yahu. Prestissimmo con fuco!!! Ne acelen var? Sevgili? Rakı masası?" tweetini atınca sosyal medyanın gündemine yerleşti."

Bu adi ve aşşağılık piyanist parçası bu kusuntuları yazdıktan sonra cehennem olup yurtdışına gitmişti. Sonrasında da elini kolunu sallayarak Türkiye'ye geldi. Çünkü burası demokratik, laik, çağdaş, modern, cart curt bir ülkeydi. Halbuki benzer bir hakareti Hıristiyan bir ülkede yapsaydı, piyanist Say'ı ne yaparlardı acaba; ne Fransa, ne Hollanda, ne ABD ne de Rusya içeri sokmazdı, girmişse de kovardı. Ama ne hikmetse İslâmiyet'e ve Allah'a hakaretler eden bu solucanı, Müslüman olduğunu her fırsatta dile getiren Cumhurbaşkanımız konserine gidip şilt filan vererek bir güzel de onurlandırdı. Niye? Çünkü seçimler yaklaşıyor, laik seçmene şirin görünmeliydi. Laiklere, alkoliklere, dinsizlere şirin görünmek için uğraşan sayın Cumhurbaşkanımız, Müslüman halka sempatik görünmek için ne yaptı? İkinci soru da bu:

2. Türkiye aylardır Amerikan Doları'nın yüksekliğinden ve ABD baskısından ötürü şiddetli bir ekonomik kriz yaşıyor. Bu ekonomik kriz nasıl patladı? 11 Ocak 2018 günü sayın Cumhurbaşkanımız "bu fakir, bu makamda olduğu müddetçe o papazı alamazsın" diyerek Amerika'ya posta koymuştu. Bkz:

İyi, güzel, herkes de gözyaşları içinde alkışlıyordu kendisini. Aradan çok fazla değil 9 ay geçmişti ki, 12 Ekim 2018 günü casus, terörist, papaz Brunson uçağa bindirilerek Amerika'ya yolcu edildi. Ama bu arada USD 3 TL'den 6 liraya tırmanmış, Türkiye dört bir yandan iktisadî olarak kıskaca alınmış, halk canından bezdirilmişti.

Hani "bu fakir, bu makamda olduğu müddetçe..." idi. O fakir yani sayın Cumhurbaşkanı koltuğunda oturmaya devam ediyordu, papaz Brunson karşılığında istenen Pensilvanya'daki papaz Fetullah da villasında keyif çatıyordu ve neo-con Evangelist pastör ABD'ye gidip, president Donald Trump'ın dizinin dibine oturup canlı yayında dua ediyordu. Bu husus da hiç bir şekilde bu millete izah edilmedi.

 

Başka Sorular da Var

Mesela 2018 yılının Mayıs ayının başlarında, eski çömezimiz Fransa'dan "Kur'ân-ı Kerime hakaret eder" tarzda bir haber geldi: "Fransa eski Cumhurbaşkanı, azılı İslam düşmanı Sarkozy dâhil 300 Fransız yazar, siyasetçi; 'şiddet ve Yahudi düşmanlığı yayıyor' iftirasıyla Kur'ân'dan bazı ayetlerin çıkartılmasını istemişlerdi." Akparti ve Cumhurbaşkanının tepkisi çok korkunç oldu. Ağızlarına geleni söylediler, Fransa'ya bir savaş ilan etmediğimiz kaldı. Fakat...

Evet, fakat şöyle bir başka hadise vardı: Yine bir Nisan günü, bu defa 2015 yılının Nisan ayı, kendisine Prof. Dr. sıfatı verilmiş bir başka papaz olan İlhami Güler "Kur'ân-ı Kerimi eleştiriyor ve iki ayet-i kerimeyi mantıksız bularak, çıkartılmasını" istiyordu. Bkz:

Fransızların hakaretinden tam 3 sene önce ve başkent Ankara'da böyle bir hadise yaşanmış olmasına rağmen, sayın Cumhurbaşkanımız Tayyip abi, bu papaz kılıklı ilahiyatçıyla ilgili tek kelime bile etmemişti. Ne Tayyip abi, ne de çevresinde çöreklenmiş olan allâmelerden bir tanesi... Avrupa'da olunca bağırıp çağıralım, fakat burnumuzun dibinde yaşandığında derin bir sessuzluk!.. Millet bunları görüyor ve sabrediyordu. Fakat milletin bu sabrını sayın Cumhurbaşkanı bir türlü görmüyor ve idrak etmiyordu.

Seçimde kaybedince bütün suçu halka atmak kolay ama önce aynaya bir bakacaksın Tayyip abi. "Ben nerede hata yaptım?" diye kendine bir soracaksın.

Misalen, TC'nin son başbakanı sempatik insan Binali Yıldırım'ı pek çok insan "Cumhurbaşkanı Yardımcısı" olarak görmek istiyordu. Amma sen ne yaptın? Adını sanını hiç duymadığımız ve kendine güvenen bir insan profili bile çizmediğini tahmin ettiğimiz Fuat Oktay'ı bu makama getirdin? Sual: Binali Yıldırım'ın ne suçu vardı? Halbuki senin son çalıştığın başbakan olarak ve çok da kısa zamanda başarılı işlere imza da atmıştı. Adamı TBMM başkanlığı gibi kızak bir göreve yolladın, sonra baktın ki İstanbul'da seçimi kaybetme riski var, hop "gel bakalım Binali"... Bu arada aktif, sempatik, işbitirici bir insan olan Binali Yıldırım'ı hepten kaybetmiş oldun. Önce İzmir'e belediye başkan adayı yaptın, seçilemedi; sonra da İstanbul'da aynı kaderi yaşadı.  

Bütün bunları yazarken şunu da söyleyeyim de beni hemen düşman ilan etme. Akparti'nin kurulduğu günden beri bütün seçimlerde sana oy kullandım. Hatta şu son mahallî seçimde bile bütün öfkeme, kızgınlığıma rağmen yine Akparti'ye oy verdim ama gönülsüzce... Sebebini, yukarıda yazdıklarımı okuduysan anlamışsındır. Anlamadıysan zaten yapacağım fazla birşey yok.

 

Beton, Asfalt ve İnsan

Basın dünyasındaki tiksindiğim, hangi patron gelirse gelsin medya dünyasındaki köşesinden kımıldatılamayan ve bütün pozisyonunu Batılı efendilerinin emirlerine göre alan "seçkinci" adamlardan biri olan Sedat Ergin 16 Mayıs 2012 günkü Hürriyet gazetesinde, içinde büyük endişe barındıran "Erdoğan sanat ve kültüre ‘çekidüzen’ verebilir mi?" başlıklı makalesinde bakın ne yazmış?

"BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan’ın belediye ve devlet tiyatrolarının özelleştirilmesi ya da özerkleştirilmesiyle ilgili çıkışları, önümüzdeki döneme ilişkin siyasi platformunun en önemli hedefleri arasına girmiş bulunuyor." diye başladığı yazısının devamında önce endişelerinden bahsediyor, sonra da Tayyip Erdoğan'ı tehdit ederek sözünü bağlıyor: "Başbakan Erdoğan’ın bu alanda ne yapmak istediğini anlamak, nasıl bir zihniyet ve duygu dünyası üzerinden bu konuya eğildiğini okuyabilmek için referans almamız gereken metin, 4 Mayıs tarihli Kahramanmaraş konuşmasıdır. Bu metin Başbakan’ın kültür ve sanat alanına, sanatçılara bakışının bir manifestosu olarak görülebilir... Ve bütün bu suçlamaları Başbakan’ın “Sanat toplum için yapılır” tezi izliyor... Erdoğan, belli ki, neyin sanat olup neyin olmadığı konusunda içtihat yetkisini de kendisine atfediyor... Ve nihayet Erdoğan’ın konuşmasının sonunda vardığı siyasi hedef, bürokrasi ve hukuktan sonra sanat, bilim ve fikir hayatında da “hanedanlık ve kast sisteminin sona ereceğini” açıklamasıdır. AK Parti hükümetinin siyaset ve hukuktan sonra sanat ve kültür alanına da tuğrasını vurma yönünde harekete geçtiğini, dindar nesil yetiştirme projesine şimdi muhafazakâr sanat hedefinin eklendiği söyleyebiliriz.

Ancak, bugüne dek girdiği her kavgayı kazanmakla övünen Erdoğan’ı kendine özgü kuralları ve dinamikleri olan çok başka bir dünya bekliyor bu kez." Bkz:

http://www.hurriyet.com.tr/erdogan-sanat-ve-kulture-cekiduzen-verebilir-mi-20563957

Uzun bir yazıyı ancak bu kadar kısaltabildim. Sedat Ergin şüphe, endişe ve korkularını sıraladıktan sonra, aslında yazdığı final cümlesiyle Tayyip Erdoğan'a "hodri meydan, bakalım becerebilecek misin?" diyor. Evet, aradan geçen 7 uzun yılın ardından bugün kültür, sanat alanlarında Akparti'nin yaptığı, yapamadığı icraata bakarsak, meydan okumayı Sedat Ergin kazanmıştır. Çünkü Tayyip abi ve arkadaşları, 17 senelik icraat müddetince lafa geldi mi "insanı sevelim, sevilelim. Yaratılanı severiz Yaratan'dan ötürü" vs demiş, ancak bütün yatırımı insan yerine beton, asfalt ve demire yapmışlardır.

17 yılda 17 tane "insan" yetiştirdiniz mi? "İnsan" diyorum, yoksa her dediğine evet efendim diyen "kölelerden" bahsetmiyorum. Kaç tane şair, kaç tane sinemacı, kaç tane hattat, kaç tane fikir adamı, kaç tane şu, kaç tane bu yetiştirdiniz ey Akpartililer? Sıfır.

Etrafınıza "sanat" dünyasından olduğu vehmedilen 3-5 tane yamyamı topladınız, onlar da kendi aralarında mafyatik bir düzen kurarak aralarına kimseyi almadılar. Sonra da parsayı bölüştüler. Çünkü ellerine müthiş bir fırsat geçmişti ve bir daha da böyle bir şansla karşılaşmayacaklarını çok iyi biliyorlardı. Başlarına koyduğunuz her Kültür ve Turizm Bakanı da bu duruma ses çıkarmadı. Yeter ki "sağdan ve soldan, dindarlardan ve laiklerden" kimse itiraz etmesin. Giden sadece para olsun ama koca bir medeniyetin mirası olan kültürümüz, sanatımız batıyormuş, kimin umurunda... Hele son otelci Kültür Bakanımız da bütün bunların kreması oldu. Kültür'ü turistlerin yiyeceği menüde bir yemek olduğunu zanneden otelci Bakanımız, "ne istiyorlarsa verin, bana bulaşmayın, ben otelleri doldurayım" tavrıyla önümüzdeki yaz mevsimindeki turizm gelirlerini yükseltmek için uğraşıyor. Film destekleme projelerinde ne var, ne yok, hangi kitaplar basılacak, yayıncıların durumu nedir vs. gibi konularda tek kelime bile fikri yok. Eline fırsat verilirse, (ki Fatih Altaylı denilen, her patrona göre pozisyon alan gazeteci bozuntusu "kumar serbest bırakılsın" teklifinde bile bulundu) sayın Kültürlü Turizm Bakanımız İstanbul'u Las Vegas'a çevirmekten bir an bile geri durmayacaktır. İnanmıyorsanız kendisine sorun. Bakın bakalım, dilinin altında ne var?

Zaten AB'ye uyum sağlayacağız diye, serbest bırakıldığından beri fuhuş yapmak serbest. Uyuşturucu dersen her tarafta bulunuyor. Geriye bir tek kumar kalıyor, onunda kelepçesini çözün de gençlik iyice dibe vursun. Avrupa'da herşey serbest ya, bizde niye değil?

Ama işte bütün bu rezillikleri halk da görüyordu, çünkü millet enayi değil.

Şimdilik bu kadar. Daha bunun "Kabarık Elektrik, Doğalgaz Faturaları", "Fetöcüler", "Kürt Kardeşlerimiz", "Millî Eğitim", "Çöken Adliye Sistemi", "Kültür Bakanlığı" vb konuları da var. Ölmezsem veya başıma bir iş gelmezse onları da en kısa zamanda yazacağım inşaallah.

(Devamını okumak için tıklayınız)