Sakın Kürtler’i yoksulluktan kurtarma Ertuğrul Kürkçü, önünü aç.

Sakın Kürtler i yoksulluktan kurtarma Ertuğrul Kürkçü önünü aç
Kürt AKPsi

Hürriyet, 27 Ekim’de Cansu Çamlıbel'in Ertuğrul Kürkçü ile yaptığı bir röportajı yayınladı… İyi etti.

Bu röportajda yayınlanan görüşler bir daha tekrarlanması imkansız bir tarih kategorisinin ibretlik örnekleri ile dolu idi. Bu görüşleri ile Kürkçü, 19.yy’da doğup ve 20.yy sonunda tarih olmuş ‘iradeci/pozitivist’ görüşlerini Müslüman Kürt halkı üzerinde denemek isteyen bir maceraprest üslubuyla Kürtler adına, Kürt Partisi milletvekili olarak ifade etti… Mutlaka bir “halaskar” gerektiren bu görüşleri, Kürkçü’nün gençliğinde ve iradeci bir devrim yapmaya en uygun yaşlarında bir işe yaramış Türk Halkını kurtarmış da, kurtuluş sırası Kürt halkına gelmiş gibi üst perdeden konuşan bir emekli generel ağzından çıkanları andırıyordu.

Bu röportajı olduğu gibi yayınlayarak, konuşmada belirtilen siyasi görüşlere bilgi çağının verdiği tekniklerle anında ana yazıdan farklı bir yazı türü (font) ile okuyanın gözünde hemen fark edilmesi için yazıp uygulayarak Kürkçü’nün görüşlerine kendi röportajı içinde yazılı cevap vereceğim… Böylece röportajın içeriğinin çekiciliğine bir ökse otu gibi yapışarak ben de Ertuğrul ile tartışmaya katılmış olacağım.  

Bu röportajda Kürkçü sorulara cevap verirken sanki TSK gibi bir güçlü irade Türkiye’de var ve siyaseten sıkıştığı an Kürkçü’ye destek verecekmiş gibi bir ruh halinde konuşuyor… Yoksullara yardımcı oluyor. Beyninin yapı taşları TSK’nın topluma kurduğu vesayetin AKP eliyle kalktığını görmek istemiyor… Eski kirli epistemolojik formatlarını her an düşünce masasına sürüyor. Atatürkçülük’ün 20.yy gerçekliği olarak miadını doldurduğunu algılayamıyor. Leninist Devrimci kimliğini gençliğinde beynine formatlayan kavramların halen dünyayı iki kutuplu kılan SSCB’nin varlığını sürdürdüğünü kabul eder gibi bir üst perdeden konuşma üslübu ile yukardancı görüşler belirtiyor. Kendi ülkesinde yenilmişliğini kabul etmeden “halaskar” tavrını sürdürüyor. Halaskarlaştıkça batıçı – laikleşiyor. Üstelik Müslüman Kürtler’in oy verdiği bir partide milletvekilliği yapıyor.  

Siyasal kimliğinin bir zamanlar yapı taşı bu iki büyük politik varoluş sağlayan ana koruyucu şemsiyenin (Atatürkçülük’ün ve Leninizm’in) yarattığı gölgenin desteğinin artık var olmadığını göremiyor… Görüyor ama anlamak ve bundan teorik yeni sonuç üretmek bir birey olarak o’na çok zor geliyor. Müslümanlıkla demokratikleşme arasındaki ilişkinin rasyonalleşmesine dair ihtiyaçları görmüyor ve bu sorunları yok sayıyor. Bir Marksist olarak bireysel tarihi çizgisi geliştirme yeni ihtiyaçlara göre şekillendirme ihtiyacı duymuyor. Politik Kürt Hareketinin “halaskar” karekterinin sürmesine katkı veriyor. Veriyor da o’na göre kurtarılmayı bekleyen “Yeni Genç Kürt” bu katkıyı kabulleniyor mu? Bence şüpheli olan bu sorudan kaçıyor…

Görüldüğü gibi burada Kürkçü’nün tarih içinde oluşan politik kimliği, bir gölgenin (M. Kemal’in ve Lenin’in) vesayeti altında yaşama ve yeşermeyi kabul edip etmeme üzerine kendi tarihi içinde turnusol kağıdına dünüşüyor… Kürkçü Türkiye’nin Amasya taamiminde görüş birliğine giren Müslüman Türkler ile Müslüman Kürtler’in memleketi müstevliden kurtarma kararlığı konusundaki görüş birliğine günümüzde derinlik kazandırmaksızın bir akıntıya kendini kaptırmış gibi davranıyor. Kendisinin batılılaşmacı politik tarihinin özelliklerini Kürt halkına layık görüyor… Bıraksalar Kürtler’in Atatürk’ü olacakmış gibi davranıyor. Bu sığlığı Müslüman Kürtlere giydirmeye çalışıyor. Bu tercihi ve önerisi ne kadar sürer?… Kürtler içinde ne kadar kabul görür? Ayrıca bu doğru bir tavır mıdır? 2012 Nevruz’unda Öcalan’ın değiştirdiği tarihi ile barışık yaşama stratejine Kürkçü’nün itiraz ettiğini hiç duyan oldu mu?… Ama Öcalan’ın bu öneriyle taban tabana zıt görüşleri bu yazının yazılmasını zorunlu kıldı dersek yanlış olmaz. İşte bu nedenle ökse otu gibi röportaja maydanoz oldum.

Bu sorulara Kürkçü gibi zengin deneylere sahip biri üretilmiş yeni bir cevap veremeden faaliyetine devam ediyor ise, Türkiye’de AKP daha çok seçim kazanır. Hatta Kürt AKP’si gibi parti kurar… Kürtler’i Kürkçü’den kurtarır. Kürtler’i illa da kurtarmak için kendini feda eden Kürkçü’nün altını bu yolla oyar…

Bu öğretici röportajı yaptığı için Cansu Çamlıbel’e teşekkür ediyorum. İşte Kürkçü ve işte Cansu Çamlıbel’e cevaplarım.

_____

‘Halk kabından çıkmıştı, HDP’nin başka çaresi yoktu’

Cansu Çamlıbel – Hükümet 6-7 Ekim için ‘kalkışma’ diyor. Sizce neydi?

Ertuğrul Kürkçü – 6-7 Ekim’i bir patlama anı olarak kabul edecek olursak tabi bunun arkasında bir birikim var. Ben Temmuz’dan itibaren bölgeye gidip gelmeye başladım. Bölgede çözüm sürecinin elle tutulur bir sonucunu göremeyen, küçük düşürüldüğünü düşünen, Kobane’de ve genel olarak Rojava’da olan bitenlerden rahatsızlık duyanların hırslandıklarını çok yakından görebildim. 6-7 Ekim’deki patlama benim açımdan bir çağrının eseri değil, bir çağrıyı zorunlu kılan bir sosyal kabarmanın sonucuydu. Hiç kimse davet edilmemiş olsaydı da halk zaten kabından taşmıştı.

Yücel Yaman – Kürkçü’nün politik kimliğinin şekillendiği 60’ların sonuna doğru “toplumsal olayları, kabarmaları, hırsları, kabından taşmaları” devrime dönüştürmek için “kitle çizgisi” diye bir kavram kullanılmıştı. Kürkçü, “bilincin dışardan verildiği” bu eski yönteme “kitle çizgisi” kavramına başvuruyor... Meramını bu kavrama sığınarak anlatıyor. Önce somut bir konuda kitle (bir köy halkı, bir fabrikanın işçileri, bir etnisite); bilinç taşıyıcı militan/militanlar tarafından duyarlı hale getiriliyor, sonra bu duyarlılık bir eyleme gerekçe oluşturuluyor. Sonra aynı epistomoljik kavramları kullanan basın mensupları ve eylem planlayıcı yandaşları tarafından bu eylemin de basında “kitle çizgisi”nin etkisinin düzeyi ve gücü oluşturuluyordu. Bu biçimde oluşan “kitle çizgisi”nin gücünü ölçmek için bilimsel bir yöntem yoktu ya da bir alan araştırması yapılmıyordu o tarihlerde. Eylemci bu gücü kendi kriteri içinde ve katılımcıların sayısına göre kafasında oluşturuyor, eyleme geçme zamanının gelip gelmediğini kendince ölçüyordu. Kabaran, taşacak düzeye gelen bu kitle gücünü bilimsel ölçmek gerekliliği o günlerin imkanları içinde çok pahalı idi... Belki de önemsenmiyordu. Ama devrimci kitlelere “dışardan verilecek bilinç”in düzeyini ve yoğunluğunu da örneğin bu organize işleri örgütleyen DevGenç gibi bir örgüt planlamış ise DevGenç kendisi ölçüyor ve kabarmanın olgunlaştığnı takdir ediyordu. FKF planmamış ise o da kendisi ölçüyordu. O an duyarlılığı kabarmış kitlenin ruh haline ve politik ihtiyaçlarına göre dozu ayarlanarak siyasete bir girdi olarak bu durum eyleme dönüştürülüyor veya politikaya sokuluyor, politikayı, Ankara’yı  etkilemesi sağlanıyordu… Bu yöntem kitleleri politikaya sokmanın, harekete geçirmenin en basit yoluydu…

Devrim de bu yöntem ile yapılmaya kalkışılır, kitlelerin kabaran gücü ölçülür ve TSK’nın koyduğu iktidara müdahele olgunluğuna ulaşmasının koşulları sağlanırdı. Lenin’in Kanlı Pazar’ı da böyleydi… Cumhuriyet’in ilanı da. 1971’de Faruk Gürler, Muhsin Batur, Kemal Kayacan adına Kürkçü’nün başındaki örgüt de farklı siyasal kimlikleri ile bunun benzeri bir işlev yapmaya soyunmuştu… FKF’nin DevGenç haline gelmesi ise FKF’nin pasifliği gerekçe gösterilerek ‘harekette bereket vardır’ diye yapılan muhalefet ile FKF’nin kitle çizgisine çekilmesiyle sağlanmış, TİP oportünistlerinden alınmıştı… Doğu Perinçek, Hasan Cemal, Çandar bunları iyi bilirler.

Artık bugün bir insana ‘öl’, 'eyleme gel’ diyebilmek yada insanı ölmeye götürebilecek politik eylem kararları almak için karar verme öncesi ‘kitlesel kabarmayı’ ölçmek bugünün teknolojisi ile hem mümkün ve hem çok ucuz… Ayrıca gelişen teknoloji de buna imkan veriyor. IŞİD’in internette uluslararası bir alanda örgütlenmesi gerçeği gözönüne alınır ise, bu hükmüm daha net anlaşılır. Ama anlıyoruz ki, Kürkçü, Kürt hareketini sosyal medyada örgütleyerek digital bir miting yapacak nitelikte örgütlememiş. Eski alışkanlıkları ile işi götürüyor…   

Ama Kürkçü’nün kendine asıl sorması gereken bir soru var! Türkiye’de yaşayan Kürt nüfus ile Kürkçü’nün partisinin aldığı oy arasındaki fark neden çok büyük? Bu soruya rasyonel biçimde inandırıcılığı olan bir cevap vermesi gerek… Kürtler neden Kürkçü’nün Kürt partisine bir bütün halinde oy vermiyor? AKP heden hâlâ Kürkçü’nün partisi kadar Kürtler’den oy alıyor? Kürkçü’nün partisi neden başka Kürtler’in siyasi hareketlerine karşı tahammülsüz… Somut şartların tahlilini neden somut yapamıyor? Kafasında ithal edilmiş bir siyasal ilişki modelini kitleler bu güne kadar neden anlamamış da bundan sonra anlayacaklarmış! O model Müslüman Kürtler içinde yürüyebilecek mi? Yoksa burada tarih ve kültür Kürkçü’nün Kürtler’i kurtarma modelini zaafa mı uğratıyor? Batılılaşmaya karşı bir tavra mı dönüşüyor? Eğer bu sorulara Öcalan bir cevap vermiş ise Kürkçü bu cevapları nasıl tartışmasız sualsiz kabullendi 2012 Nevruzu'nda? …

Cansu Çamlıbel – Ancak sonuçta HDP’nin çağrısı bu öfkenin teskin edilmesi yönünde olmadığı gibi, orada yaşanan şiddetin meşrulaştırılmasına yönelik bir araç olarak algılandı.

Ertuğrul Kürkçü – Nesnel olarak olayları sıraya dizersek böyle olmadığını görebiliriz. Amerikan uçakları bir hafta boyunca Kobane semalarında geziniyordu ama herhangi bir şekilde IŞİD’e zayiat verdirecek biçimde bir bombalama yoktu. İnsanlar eldeki son imkan olan koalisyon güçlerinin IŞİD kuşatmasını kırmakta hiçbir işe yaramadığını görünce kendilerini tamamen çaresiz hissediyorlardı. Böyle bir anda gelen son çağrıyla birlikte yapılacak tek şey dünyanın dikkatini buraya çekmekti. Kobane bir soykırım ile ortadan kalkacak hissiyle bu çağrıyı istediler. Yoksa HDP, yani o halkın temsilcisi/sözcüsü olan parti bunun gereğini yapmaktan ne kaçınabilirdi ne de başka bir çaresi olabilirdi.

Yücel Yaman – Röportajın bu bölümü sadece Kürkçü’nün düşünce yöntemini irdelemek adına şu soruyu sormayı hak ediyor. “HDP, yani o halkın temsilcisi/sözcüsü olan parti bunun gereğini yapmaktan ne kaçınabilirdi ne de başka bir çaresi olabilirdi”diyor ya Kürkçü oradan hareketle sormak gerek: Halkın söcülüğü ve temsilciliği hangi yöntemlerle kazanılmış bir sıfattır… Kobane’de parti ile halk bütünleşmesi var ise sivil halk neden Kobane’yi terk etmiş, şehirde kalmamıştır? 

Cansu Çamlıbel – O çağrıyı yapmasaydınız ne olurdu?

Ertuğrul Kürkçü – Bu çağrı yapılmasaydı, halkın protestosuna politik bir karakter kazandırılmamış olsaydı IŞİD saldırısı altındaki Kobane’ye ne dünyanın dikkati dönerdi ne de Türkiye’nin. Ne de hükümet bir çıkmazla karşı karşıya olduğunu idrak ederdi. Bence protesto gerekliydi. Ama protesto süreci içinde bu kadar çok insan hayatına kastedileceğini o kadar kolay öngöremezdiniz. Sonuçta 48 insan hayatını kaybetti ve bunların büyük bir bölümü hükümet güçlerinin açtıkları ateş sonucunda öldürüldü.

Yücel Yaman – Bu soruya Kürkçü’nün verdiği cevap pozitivist epistemolojinin bir zaafiyetidir. Ciddi bir çelişki içerir. Bu nedenle Kürkçü’nün kendisi de verdiği cevaba inanamaz. Zaten bu tür düşüncenin özelliği ile savunulan çağrı bir safsataya dönüşmüş ve 48 insanın canına mal olmuştur. Dünyanın ve Türkiye’nin dikkatini çekecek kadar bir gerilim, objektif olarak yaşanıyor ise, Lavaziye (Antoine Lavoisier) kanunu bu sosyal olayda da işler ve insanoğlu da bu birikimi ve gerilimi görür, çözerdi. Kürkçü bu olayı fark ederek çözecek insanoğlunun sadece HDP’li olmasını istiyor. Başka Kürt istemiyor. Bu isteğini da açıkça söylemiyor… söyleyemiyor.

‘Bağımsız araştırma sonucunu kabul eder, gereğini yaparız’

Cansu Çamlıbel – Linç edilen Yasin Börü gibi HüdaPar’lı gençler de var.

Ertuğrul Kürkçü – Tamam ben de onu söylüyorum.

Cansu Çamlıbel – Onu da mı hükümet güçlerinin yaptığını söylüyorsunuz?

Ertuğrul Kürkçü – Hayır, ben öyle bir şey söylemiyorum. Ben bunun araştırılmasını istiyorum. Bunu tam olarak sizin de benim de bildiğimizi düşünmüyorum. Böyle bir ihtimal de vardır.

Yücel Yaman – Kürkçü, röportajı yapan Cansu Çamlıbel’in ardarda sorduğu bu sorular karşısında var oluşlarına tahammül edemediği politik gruplara karşı kafasında şekli netleşmiş bir hukuk formuna göre cevap veremiyor. Zaten bütün halaskarlar gibi bu soru Kürkçü’nun yumuşak karnı. Kafa ve düşünce formu sivil değil, farklı görüşte Kürt de istemiyorum diyemiyor… Kafası halk özdeştir devlet, devlet özdeştir iktidar, iktidar özdeştir bireylerin çoğunluğunun desteği gibi birbirleri ile bütünleşik ve birbirine parelel fonksiyonlarla çalışmıyor, hiç bir zaman da çalışmadı. Leninst olduğu zaman da işçi sınıfının birebir iradesinin siyasi tecellisinden hep korkmuştur. SSCB komünist pertisinin bu nitelikteki üyelerinin tavırlarından dolayı batmadı mı? İşçi sınıfı ile arasına çelik disiplinli bir parti örgütünü tampon olarak koydu. İşçi sınıfının neyi bileceğini neyi öğreneceğini bu parti belirlesin dedi. 12 Mart döneminde Muhtıra’dan Kızıldere’ye kadar yaşanan olaylara karşı takındığı tavrı aradan yıllar geçtikten sonra Cansu’ya aynen tekrarlıyor Kürkçü. Tarihine soru sormuyor, bir vesayenin kuklalığını kabullenme cesaretini ise yıllar sonra bile itiraf edebilme cesaretini gösteremiyor.

Cansu Çamlıbel – Yani size yakın Kürt gençleri tarafından linç edilmiş olma ihtimali de var.

Ertuğrul Kürkçü – Var. Ama çok başka ihtimal de var. Üçüncü bir gücün araya karışmış olması, güvenlik güçlerinin aşırı güç kullanması, kışkırtmalar… Ayrıca bi’tek orada bir şey olmadı. Pek çok şey oldu. Aynı şekilde yurtseverler de katledildi. Bingöl katliamı hâlâ bir muamma. Ama kaynağında mesele Kürtler arası bir gerilim meselesi değil. Kobane ile IŞİD arasında bir mesele.

Yücel Yaman – Kürkçü gerçeklerden kaçıyor. Kendisi, partisi ve bütün Kürtler bir bütün olsalar, Kürkçü’nun sözünü ettiği üçüncü ihtimal nasıl yaşar? Kürkçü’nün ve partisinin Kürtler içindeki örgütlenme zaafı kitlelelerle arasındaki boşluk büyüdükçe üçüncü güç de onüçüncü güç de bu boşluğu doldurur… Doğa boşluk kabul eder mi Kürkçü?

Cansu Çamlıbel – Aynı karşıtlık Güneydoğu sokaklarında HDP ile HüdaPar arasında mı vuku buldu? HüdaPar IŞİD’in tarafını tuttu demeye mi getiriyorsunuz?

Ertuğrul Kürkçü – En azından Kobane’nin tarafını tutmadığını gördüğümüzü söyleyebiliriz. Fakat bunun da evveliyatı var. HüdaPar ile Kürt yurtsever gençliği arasında son bir yıldır sürüp giden bir gerilim vardı. Tabi her şeyin kaynaşmaya başladığı bir anda bu birikmiş nefret de devreye girmiş olabilir. Sonuçta evet can kayıpları oldu, esasen Kürtler’in hayatları sona erdi. Bunun sebeplerinin ve arkasındaki güçlerin aydınlatılması için biz bir meclis araştırması teklif ettik fakat AKP ile MHP bunu reddetti. Ben bugünden şunu söyleyebilirim; HDP bağımsız bir araştırmanın sonuçlarını kabul eder ve gereğini yapar. Bunun önünde durulamaz. İnsan hayatından daha değerli ne var!

Yücel Yaman – Kürkçü beynine yerleştirilen kavramların epistemolojik kirliliğini gramer kurallarına göre düzgün cümleler kurarak gizliyor. Şu yukarıdaki paragrafta birbirinden büyük gaflar yapıyor… Neresi düzeltilmeli… Nasıl düzeltilmeli… “Can kayıpları oldu, esasen Kürtlerin hayatları sona erdi” diyor… Bu tanımlar bir ilkel topluluk tasviridir… Bir ilkel toplulukta yukarıda kullanılan ‘yurtsever’ kavramı, ‘şehir’ kavramı, ‘nefret’ kavramı kolayca nasıl yer alabilir? Yapısal bir hastalık var yukarıdaki metnin içeriğinde. Amaçlar ile araçlar birbiri ile uyumlu değil. Bu yapısal araçlardan bu siyasi tanımları yapılan işlevler çıkmaz…   

Cansu Çamlıbel – ‘Evet Öcalan da dedi…’

Cansu Çamlıbel – HDP’nin de bu çağrıyı yapmaktan başka bir şansı olmadığı, KCK’nın size bu taleple geldiği konuşuluyor. Son olarak da Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan yaşananların arkasında Öcalan’ın işaretinin olduğunu söyledi. Öyle miydi gerçekten?

Ertuğrul Kürkçü – Ben bayılıyorum bu hükümet yetkililerine. Öcalan’ın buna mesnet gösterilen sözünün üzerinden 20 gün geçtikten sonra ve bütün herşey olup bittikten sonra geri dönüp eşinip buradan bir sebep icat etmek muhteşem! Bence bunların hiçbiri yüzünden olmadı. Çağrı, varolan ve kabından taşan ortadaki halk öfkesinin siyasi bir kanala yönlendirilmesi ve yaygın bir etki sağlanabilmesi içindi. Evet, Öcalan da dedi, biz de dedik. Ama bunun çığırından çıkmasına yönelik ne bir telkin ne bir teşvik oldu. Belki bizim naifliğimizden söz edilecekse şu denebilir; demokratik ve halkın haklarının gözetildiği bir ülkede yaşanıyormuşçasına safça bir inançla harekete geçmek olabilir bizimki.

Yücel Yaman – Bir pozitivistin, yani dünyadaki bütün Kürtler’in çevresinde döndüğü bir merkezin nasıl düşündüğünü bir pozitivist olarak bilmesek Kürkçü masumdur, inandırıcıdır diyebiliriz. Masumluğun tanımının yapılıp hukukla korunmadığı bir toplumda herkes için atış serbesttir… Çünkü hukuk yoktur. Kürkçü’nün partisinin gerçeklerden beslenmesini ve Türkiye Demokrasisine katkı sağlamasını canı gönülden isterim. Ama gerçekleri yok sayarak politika yapmak yanlış hesaptır… Bu yanlış hesap da er geç ortaya dökülür… Söylenenler bana inandırıcı gelmiyor.    

‘O çocukları politik olarak kontrol etmek imkansız’

Cansu Çamlıbel – Olaylarda yer alanların yaşları oldukça küçük. Kürt siyasi hareketi bu küçük yaştan itibaren politize bir ruh haliyle büyüyen kitleyi tutacak noktada değil mi artık?

Ertuğrul Kürkçü – Ben gençlerin ele avuca sığmadıklarını çok net olarak görüyorum. Bir kere çocuklarla güvenlik güçleri arasında muazzam bir gerilim var. Devletin açıkça beyan etmediği ancak uyguladığı bir siyaset var; her Kürt çocuğunda potansiyel gerilla gören bir yaklaşım. Bu da çocukları çok erken yaşta politikleştiriyor, olgunlaştırıyor ve otoriteyle aralarında muazzam bir husumet ağı oluşturuyor. Kongra-Gel yöneticilerinin, Remzi Kartal’ın şu sözlerini hatırlıyorum; ‘Belki de biz diyalog yürütebileceğiniz son kuşağız’. Bunda bir hakikat vardı. Şimdi bu hakikat ortaya çıkıyor. Sekizinci sınıftan itibaren kendilerine saygı gösterilmediğini düşünüp okuldan ayrılıyorlar. Ondan sonra da ne BDP’nin-HDP’nin ne de DBP’nin kontrol ettiği, tamamen kendiliğinden hareket halinde olan bir gençlik topluluğu haline geliyorlar. Bu çocukların politik olarak etkin bir biçimde kontrol edilebilmesi hemen hemen imkansız.

Yücel Yaman – İçeriği zaaflarla dolu bir paragraf daha. Bahsedilenler, çocuklar… Dünyada çocuk hakları ve çocuk eğitimi üzerine düşünen, emek veren ne kadar insan varsa bu pragrafta söz edilenlerden dolayı utanç içinde kalır… Kendini siyasi gören bir varlığın çocuklardan söz ederken bu denli cesur, pervasız, kendine güvenen ‘Allah’ gibi varlık olması yada modern Hitler, çağdaş Stalin olması gerekmez mi… yada adına hereket ettiği gücün ölmek, buharlaşmak üzere iken çocuklara sığınacak kadar çaresiz kalması başka nasıl mümkün olur… Bu kişi emeğin enternasyonal dayanışmasından gelen bir politik kişi ise çocuk denilen varlığa böyle bakış nasıl bir enternasyonal sorumluluk ifade eder… Bu tavır aklın yitirilmesine beş kala halidir. Bu toplum ne kadar tehlikelidir… 80 öncesi yaşanan bu değil miydi?

Cansu Çamlıbel – Öcalan da mı edemez?

Ertuğrul Kürkçü – Öcalan’ın bir manevi otoritesi var. Ama siz kendinizi politik olarak daha çok duygu yada sezgileriyle hareket eden bir gencin yerine koyun. 13-16 yaş arasındaki çocukların Öcalan’ı tam olarak çözümlemeleri hiç de kolay değil. Öcalan o gençler için parlayan bir güneş.

Yücel Yaman – Kürkçü böyle idealize ederek başka bir gerçeği itiraf ediyor… Çocukların parlayan Güneşleri var doğru… Bir de internet üzerinde kurdukları apayrı bir digital dünyaları… Yani çocuklar iki sanal dünyayı ve objeyi tanıyorlar… Apo ve yeni dünyanın giriş kapısı internet… Bunun dışında ne partinin tüzel kimliğini ne de partinin Apo dışındaki yöneticilerini… Ne Kürkçü’yü. Ne başka bir parti yöneticisini… Bu gerçek çocukları namludan çıkmış bir kurşun haline getirmek önce Kürkçü’yü korkutması gerekmiyor mu?… Bir parti yöneticisi olarak bu konuda duyarlılık beklemeyelim mi Kürkçü’den?… Kürkçü bu konuda çaresizim bittim der ise Parti de bitmiştir.

Cansu Çamlıbel – Che Guevara gibi popüler bir figür mü?

Ertuğrul Kürkçü – Guevara’ları yok, onların Serok Apo’ları var. ‘Serok Apo bizim özgürlüğümüz için tutsak edilmiş bir liderdir, biz kendimizi ona bağlı hissediyoruz’ derler. Fakat bu bağlılığı kuran yada örgütleyen güçlü mekanizmalar yok. Onlar bir isyan sezgisiyle kendilerini oraya bağlı hissediyorlar. Ve ona yönelen her türlü tehdit onların yüreklerinde büyük bir öfkeye dönüşüyor. 13-14 yaşından itibaren kendilerini bu statükoyla mücadele içinde hissediyorlar ve akılları buna göre çalışıyor. Ben bizim politikacılarımızın onlar kadar bu reflekslere sahip olduğunu düşünmüyorum.

Yücel Yaman – Kürkçü üç şeyi birbirine karıştırarak konuşuyor. Bir) Kürt çocuklarının dünyaları ile Serok Apo ilişkisi. İki) çocukların ruh hallerinin isyan duyguları ve öfke ile şekillendiği gerçeğini. Üç) poltikacıların reflekssizliklerini… Tabi bu üç gerçek kadar bir de Kürkçü’nün Kürt politik hareketlerinin BDP’nin yani kendini Kürtler adına politika yapar görenlerin politikasızlıkları… Ne kadar çaresiz ve becereksiz kaldıkları gerçeği bu noktada ortaya çıkıyor… Parti politika üretir. Tarihlerine ne kadar sığ baktıklarının ve bu sığlığın esiri oldukları gerçeği artık görülmelidir. Ne kadar kendine dair öz güven eksikliği yaşadıkları… Yeni bir şey söylemeden, önermeden yeni bir şey yapma isteğinin güçsüzlüğü… İşte tehlike ve tuzak tam da burda… Kürtler için yapılacak yeni şeyler bu gibi hallerde o zaman Türk politikacıların yaratıcılıklarına ipotek edilmiyor mu Sayın Kürkçü… Hani Türk Politikacıları sığ ve beceriksiz idi… Senin de yapma ve örenme zamanın gelmedi mi?

Cansu Çamlıbel – Bu partinize bir özeleştiri mi?

Ertuğrul Kürkçü – Özeleştiriden ziyade kuşaklararası iletişimsizliğin nedenleri üzerine bir gözlem sayabilirsiniz. Belki özeleştiri şu; daha çok onların arasında yaşamak, onlarla daha çok vakit geçirmek gerek. Ben standart politikanın tıpkı sistem gibi bu çocukları bir çeşit baş ağrısı olarak gördüğünü düşünüyorum. Onlara bir yeniden eğitici olarak yaklaşmak için yeterince donanmadıklarını düşünüyorum.

Yücel Yaman – Kürkçü burada da çuvaldızı kolaya, itiraz etmeyecek olana batırıyor… Bakışı merkeziyetçi ve katılımcı olunca, her şeyi ben bilirim deyince böyle düşünme, bu kavramlarla kendini ifade Kürkçü’nün kaçınılmaz kaderi oluyor… Yaşanan dünyanın realitesi de ne yazık ki bu değil hızla değişiyor. Bu deli gömleğini batıcı laik Türkler giydirdiler hem Kürtler’e hem kendi insanlarına. Şimdi kaçınılmaz faturayı ödeyecekler Kürkçü ile birlikte çaresiz kalarak…

‘Mesele sömürge okulu görüntüsü’

Cansu Çamlıbel – Peki bir gencin kendi milliyetinden yaşıtlarının eğitim aldığı okulları yakarak yok etmeye çalışması kabul edilebilir bir şey mi?

Ertuğrul Kürkçü – Bunun tartışılacak bir yanı yok, “yakılabilir de” diyecek halimiz yok. Peki niye yakıyorlar? Bunun arkasında bu kendilerini ezen, kimliklerine ve değerlerine ait her şeyi yok eden eğitim rejimine karşı duydukları muazzam bir nefret var. O yüzden zaten 15 yaşından sonra okula gitmiyor. Sonra da orayla arasında hiçbir bağ kalmıyor. Tabiki okul yakılmasın, çünkü oraya gidenler var. Başka bir mekanizma, özerk okullar kurmadığımız sürece çocuklar okuma-yazmayı, temel bilgileri öğrenme ihtiyacını buradan gideriyor. Nasıl Cezayir devrimcileri Fransız sömürge okullarında okudularsa… Durum tam olarak buna uyar uymaz ama şunu söylemek istiyorum. Burayı da bir sömürge okulu görseler de sonuçta bugün çocukların okuyacağı yer burası. HDP bunların olmamasını isteyebilir ama bazen iradesi ve gücü yetmeyebilir. Asıl mesele bunların birer sömürge okulu olarak görünmesinin önüne geçecek özgürlük alanları yaratmakla ilgili.

Yücel Yaman – Kürkçü kendi giydiği deli gömleğini illa giydirecek birilerini arıyor ve buluyor. Çünkü bu kolay yol. Bir sinek ömrü kadar olan zaman dilimi içinde de kendini haklı gösterebiliyor. Şunun şurası altmış yetmiş yıllık ömründe kimliğini bulduğu zaman sapına kadar Atütürkçü idi… Yirmili yaşlarında sapına kadar komünist oldu DevGenç’in başına geldi. Erternasyonalizm hırkasını giydi… Ardından yoldaşlarını gözlerinin önünde kaytetti ama sosyalizm umudunu kaybetmedi. Yılmadı. 1989’da dünya ve SSCB başına yıkıldı. Ama o Türkiye işçi sınıfını değil ama bu kez de Kürt işçi sınıfını kurtaracak bir konuma anında geliverdi… Türkiye’de değil ama Kürtistan’da kapitalist olmayan yoldan sosyalizmi kurma umudu taşıyor şu anda… Hızla değişti ve gelişti. Her şey yolunda iken bu kez Öcalan bin yıllık müslüman enternasyonalizminden söz ediverdi… En büyük ve en güçlü mütteffiki ordu. Ordu, Türkiye’de AKP’ye karşı güç kaybetti. Şimdi Suriye iç savaşından sağ salim çıkarsa en büyük müttefiki Esat olacak Türkiye Kürtleri’nin. Kürkçü bir Kürt halaskarı olarak yaşıyor… Konuşuyor. Bir halaskar olarak beyninden çok kol gücünü çalıştırarak 1817 Lyon Tekstil işçileri gibi makinaları yakacak hali yok ya; okulların, iş makinalarının yanmasına Kürtlük adına göz yumuyor. Beyni çalıştırarak yeni bir çözüm yolu bulmak da zor. Bulsa o zaman iş kolay olur, ama yeni çözüm yolu bulmak zor olduğu için Sömürge Okulu etiketini yapıştırıveriyor…

Kürkçü’nün yukarıda söyledikleri bana Kürkçü ile aynı davadan 1972’de yargılanan bir havacı subayın “şu Tunceli’deki köylüler ne çok sömürülüyorlar” demesini hatırlattı hapishanede… Sömürülmek için ortada bir artı değerin olması gerektiğini bilmemesi imkansız Kürkçü’nün… Ama Kürkçü söylesin… Ya tutarsa…

Cansu Çamlıbel – Altan Tan 6-7 Ekim olaylarından sonra partinize ciddi eleştiriler getirdi, hatta MHP liderini öven bir tavır sergiledi. Siz de ülkücü hareketi sokaklardan uzak tutan MHP’nin tavrının sizlere örnek olması gerektiğini düşünür müsünüz? Bu hissiyat HDP içindeki genel hissiyatın neresine denk düşüyor?

Ertuğrul Kürkçü – Ben tabii bunun talihsiz bir örnekleme olduğunu söyleyebilirim. Bunun siyasi sonuçlarıyla yüzleşince Altan Bey de ‘keşke dememiş olsaydım’ demiş olabilir. Bahçeli biliyorsunuz bu gollük pası kaçırmadı. Bu meseleyi konuşurken, bizim MHP yada başka bir parti gibi tek merkezli olup olmadığımıza da bakmak lazım. Kürdistan özgürlük mücadelesinin tek bir politik merkezi yok. KCK diye bir politik vakıa var, DBP diye başka bir politik vakıa var. Ben Altan Bey’in; HDP alanın bütününe sahipmiş, alanın tamamını çekip çeviriyormuş, işini tam yapmamış gibi konuştuğunu görüyorum. Ben bu kanaatte değilim. Yanlış anlaşılmasın şunu demek istemiyorum; biz yapmadık başkaları yaptı. Fakat biz hareketin ne kadarını sevk ve idare ettiysek o kadarından sorumlu olabiliriz. Biz bugün o hasarla yürümek ve tamir edip yola devam etmek durumundayız. Ancak Kobane’nin düşme ihtimali karşısında herhangi bir çağrıya sahip olmayan bir partinin Kürtler’in gönlünde gelecekte pek bir yeri olamazdı.

Yücel Yaman – Kürkçü MHP’nin, CHP’nin, TKP’nin DevGenç’in, TÖS’ün, DİSK’in, Sendikaların, Üniversitelerin, Mahkemelerin, Partilerin, gazetelerin, derneklerin, TV’lerin, vatandaşların yönlendiricisi ve hatta sahibi olan merkezi bürokratik devlet gücünü bilmiyor. Tüm toplumsal fonksiyonlar Türkiye’de devletindir. Kürkçü MHP’yi önemserken, onu faşist ilan ederken aslında kendini çok büyük ve önemli gibi göstermek istiyor… 12 Eylül’ü herkes gibi MHP de yaşadı. Bu gerçeği; devletin sıradan malı olduğu gerçeğini MHP gördü. Bi’tek komünist Kürkçü görmemiş demek ki. Bu yoğun hayatta Kürkçü ben önemli biriyim diyebilmek için ne yapmalı idi… Faşist MHP ile dövüşmeli idi bir ömür boyu… İşte bu dövüşü yapıyor ve bunu hayat boyu yaparak kurnazlığa giriyor Altan Tan’ı eleştirerek onun Kürt ve müslüman kişiliği sebebiyle Kürtler içinde itibarsızlaştırmak istiyor… Kobane bahane… Eğer Kobane bahane değil de Türkiye Kürtleri’nin dışardaki Irak ve İran ve Suriye Kürtleri ile uluslarasarı politik ilgisinin gerçek bir belirtisi olsa Kobane ile başka türlü ilgilenilir… Türkiye Kürtleri bunu da yapmıyor. Belki yetersiz kalıyor.

HDP’nin realitesi; “halkımızın tamamı üzerinde mutlak yönlendirici gücümüz yok”

Cansu Çamlıbel – Partinizin şiddetle arasında net bir mesafe olduğunu söyleyebiliyor musunuz?

Ertuğrul Kürkçü – Açık bir politik partinin kendi politik pratiğinde şiddetle arasında sonsuz bir mesafe olması gerekir. Bence partinin temel mekanizmaları bakımından öyle. Ama seçmenlerimizin ve halkımızın tamamının davranışını güdümleyebildiğimizi söylemek olsa olsa bir böbürlenme olur. Bu doğru değil. Biz bunları sevk ve idare edecek kadar örgütlü değiliz. HDP’nin realitesi budur. Belki de HDP’nin bugün yaşadığı en önemli sıkıntı güçlü bir biçimde politize olmuş bir halkın hareketleri üzerinde mutlak yönlendirici güce sahip olmaması ama sanki böyle bir gücü varmışçasına sorumluluklarının olması.

Yücel Yaman – Kürkçü yapamayacağı bir gerçeği utangaç söylüyor. PKK ve HDP ve Kürt partileri Öcalan’ın Nevruz bildirisinden sonra iki görüşte Kürt barındırıyor. Batıcı laik Kürtler, islamcı Kürtler… Batıcı laik Kürtler şiddete başvurmadan iradeci olmadan politik olarak var olamazlar… müslüman Türkler ile müslüman Kürtler’in Türkiye devleti ile arası cumhuriyet ile birlikte açıldı. İstiklal Savaşı bittikten sonra Devlet’in müslüman halkın desteğine ve gücüne ihtiyacı kalmadı. Onlar 2002’de ancak ilk kez iktidar ile 80 yıl gecikerek buluştular. Zaten Kürkçü de bu gerçeği kabul ediyor. “Halkımızın tamamının davranışını güdümleyebildiğimizi söylemek olsa olsa bir böbürlenme olur. Bu doğru değil”  diyor. Ben de katılıyorum.

‘İmralı’da ne konuşuluyorsa anında bizim bütün birimlere dağılıyor. AKP teşkilatının haberi var mı?’

Cansu Çamlıbel – Hükümet mahfillerinde Öcalan’ı hep Kürt hareketinin bahsettiğiniz diğer aktörlerinden ayrı bir yere koyup sahip çıkma var. Bu tavır Kürt hareketinin diğer bileşenlerinde ‘Öcalan bizi satıyor mu’ acaba diye bir soru işaretine sebep oluyor mu?

Ertuğrul Kürkçü – Bende olmuyor. Biz özgürlük hareketiyle ortaklık kuran Türkiyeli sosyalistleriz, öteki HDP bileşenlerinde de yok. Ama daha çok geçmişte savaşa dahil olmamış, mücadelenin acılarını çekmemiş ama PKK ve Öcalan’ın sahip olduğu nüfuzdan ötürü kendini kenarda hissetmiş insanlar arasında böyle söylentiler olduğunu görüyoruz. Öcalan müzakerelere başlamadan önce dahi, tutuklanmadan önce dahi böyle bir trend Kürdistan’da vardı. Bu dün de vardı, bugün de var. İkincisi de; hükümet Öcalan’ın Kürt kitleleri üzerindeki belirleyiciliğini kendi yanında göstermek için çok çaba gösteriyor. Bunu olduğundan mümkün olduğu kadar farklı göstermeye çalışıyor. Yoksa heyet gidiyor, geliyor. İmralı’da ne konuşuluyorsa o anında bütün birimlere dağılıyor. Herkes ne konuşulduğunu biliyor. O yüzden manipülasyona gelmezler, gelmeyiz. Ama AKP’nin işi zor. Parti teşkilatına ne konuşulduğuna dair hiçbir bilgi gittiğini sanmıyorum.

Yücel Yaman – Kürkçü bu soruya da kısmen cevap veriyor. Net konuşamıyor. Türkiyeli Sosyalisitler veya Komünistler Kürtler’le özellikle Öcalan’ın temsil ettiği müslümanlarla işbirliğinden yerlileşerek, rasyonelleşerek, modernleşerek ve ekonomik gelişme ve sanayileşme ihtiyaçlarını büyüterek, AB ile bütünleşmede mesafe alarak ya selamete çıkacaklar yada yok olacaklar… Türkiye’de AKP eliyle esen sivilleşme, bireyin net ve köşeli tanımlanması, kamu kavramının hukuk içinde tanımlanması hedefleri de Kürtler’i çok olumlu etkileyecek…

‘Cumhurbaşkanlığı seçiminde kazandığımız mutlak bir sonuç değildi’

Cansu Çamlıbel – Selahattin Demirtaş’ın cumhurbaşkanı adaylığıyla birlikte HDP’nin metropollerde yakaladığı sempatinin 6-7 Ekim olaylarıyla birlikte bir soru işaretine döndüğünü gördük. İçeride sizler ‘Biz iyi bir rüzgâr yakalamıştık ama galiba bunu kaybediyoruz’ gibi bir analiz yapıyor musunuz?

Ertuğrul Kürkçü – Bu terimlerle henüz yapmadık ama merkez yürütme kurulunda 6-7 Ekim’de ne olduğunu tartıştık. Bu tartışmadan bağımsız olarak şunu söylemeliyim; Cumhurbaşkanlığı seçiminde elde ettiğimiz sonucun mutlak bir sonuç olmadığını, bunun kısmen Cumhurbaşkanlığı seçiminin kendine özgü karakterinin de bir ürünü olduğunu düşünüyorum. Eğer bu bir milletvekilliği seçimi olsaydı böyle tecelli etmeyecekti. Burada biraz da CHP’yi cezalandırmak isteyen seçmenin, ikinci bir tur olacağı güveniyle oylarını kullanması var. Dolayısıyla ne bu empati tamamen kayboldu ne de elde edilen mutlak bir sonuçtu.

Yücel Yaman – Kürkçü 6-7 Ekim olaylarının Kürt hareketinde olgunlaştırıcı bir etkisini belirterek çok doğru bir yolda… Kürt haraketi içinde yer ve yol alan Türk komünistinin böyle düşünmesi sevidirici. Darısı bu yolda somut düşüncelerin gelişmesi ve diger komünistlere bu yerlileşme çabasının de bu değişimin biraz olsun bulaşması…

Cansu Çamlıbel – Bugün HDP seçime gitse Selahattin Demirtaş’ın aldığı yüzde 10’a yakın oyu alamaz mı demek istiyorsunuz?

Ertuğrul Kürkçü – Ben tabii bu terimlerle konuşmayacak kadar ne yaptığımı biliyorum. Ben şunu söylüyorum; her şey aynı kalsa da Cumhurbaşkanlığı seçiminin kendine özgü dinamiklerinin sonuçlarıyla bir genel seçimin sonuçları aynı çıkmayabilir. Fakat bu süreci mükemmel idare etmediğimiz ortada olduğuna göre bunun bir siyasi faturası olacaktır. Bu faturayı ödeyip yolumuza devam edeceğiz.

Yücel Yaman – AKP’nin tüm Türkiye’ye deklare ettiği bir parti programı var. Bununla oy alıyor… Kürt politik hareketinin bu programı aşacak ve geliştirecek bir başka program önermesi gerek… Bu tür öneriler hem Kürtistan’da hem Türkiye’de politik Kürt hareketini sempatik kılar ve desteğini artırır. Şu anda böyle bir programı yok politik Kürt hareketinin…

‘HDP’yi yemeden Selahattin Demirtaş’ı nasıl yiyecekler?’

Cansu Çamlıbel – Nasıl bir siyasi faturadan bahsediyorsunuz? Mesela Selahattin Demirtaş’ın çağrıyı yapan kişi olarak hedefe konulduğunu gördük. Kişiler üzerinden mi kesilir o fatura?

Ertuğrul Kürkçü – Partimizin gerçek yaşamında bu kadar kişiler üzerinden konuşulan bir parti olduğunu düşünmüyorum. Parti bu sürecin sorumluluğunu kolektif olarak üstlenmelidir ve üstleniyor da zaten. Ancak ister istemez başında kim varsa fatura ona çıkıyor. Fakat bunlar telafi edilemez şeyler değil. Nerelerden geldiğimizi bir düşünsenize. Bir dönem bu parti sosyal ikonografide canavar olarak resmediliyordu. Öyle olmadığını gösterecek pek çok fırsat önümüze çıktı ve bu günlere geldik. Önümüzdeki dönemde siyasi konjonktürlerin gereğini hakkıyla yerine getirebilirsek ortaya çıkmış olan tereddütleri giderebileceğimizi düşünüyorum.

Yücel Yaman – Türkiye ‘politik’ olanla ‘hukuki’ olanı ve ‘iktisadi’ olanı birbirinden ayırmayı AKP ile öğrendi. Öğrendiği başka bir şey daha var ‘bireysel’ olan ile ‘kamusal’ olanı… Eskiden varlığını Türk varlığına armağan eden ‘birey’ler vardı milyonlarca, şimdi kendisi için hukuk içinde var olan ve varlığını yurduna değil kendine armağan eden bireyler, türkler ve kürtler var… Kürt hareketi ne kadar rasyonelleşir ise hem kendi öğrenir hem AKP’ye de öğretir… Gelişme olur.

Demirtaş hukuki sonuçlar doğuracak bir iş yapabilir… Bedelini öder ödemez… Ama bu olaydan Türkiye’nin Kürt’ü ve Türk’üyle kazançlı çıkması bana göre mümkün olur…

Cansu Çamlıbel – Son günlerde sosyal medyada Erdoğan’ın geçmişteki Hakan Fidan’la ilgili söylemlerine atıfla ‘Biz de Demirtaş’ı yedirtmeyiz’ kampanyası var. Neden böyle bir sahiplenmeye gerek duydu sizce seçmenleriniz? Kürt siyasi hareketi birini feda edip yola devam etme şeklinde bakabilir kaygısı mı var bunun arkasında?

Ertuğrul Kürkçü – Kim hareketin sözcüsüyse tartışmanın onun etrafında dönmesi kadar doğal bir şey yok. Fakat, HDP’yi yemeden Selahattin Demirtaş’ı nasıl yiyecek ki yemek isteyenler? Bence öyle bir şey yok. HDP kendi eşbaşkanlarına, kadrolarına sahip çıkarak yürüyecek. Orada bir tartışma yok.

Yücel Yaman – Ortada hukuki bir sorun var ise soruna böyle yaklaşmak yanlış olur. Yolsuzluk iddiaları ne kadar önemli ise, Erdoğan dahil herkes hesabını vermeli ise, bu konu da Kürkçü’nün baktığı gibi bakılacak konu değil. Hukuku Kürtler ve Türkler birlikte bütün kılmalı toplumu tüm Ortadoğu’ya ve Arap halklarına örnek olacak biçimde sivilleştirmeliler.

Cansu Çamlıbel – O siyasi fatura nasıl ödenecek peki?

Ertuğrul Kürkçü – Toplum size ‘Biz sana kredi verdik ama şimdi bunu geri çekiyoruz’ diye bir fatura sunarsa yapacağınız şey bunu kabul etmektir. Boş yere itiraz etmek yerine kollarınızı sıvayıp çalışmanızdır. Mümkün mertebe az hata yaparak yürümektir.

Yücel Yaman – Kürkçü’ye hak veriyorum…

‘Kobane-ABD denklemi sosyalistler için Stalingrad gibi’

Cansu Çamlıbel – HDP içindeki Türkiye sosyalistleri açısından Kobane meselesinde sergilenen tavır kendi içinde bir paradoksu barındırmıyor mu? Yıllarca antiemperyalizmi savunanlar bugün Amerikan müdahalesi için çağrı yapanların arasında yer aldı.

Ertuğrul Kürkçü – Bence bu savaşın doğası. Şu sıra Kobane’yi Stalingrad’a benzetiyoruz ya… Stalingrad savunmasının gücü karşısında II. Dünya Savaşı günlerinde Amerikan basınının nasıl bu komünistleri göklere çıkaran yazılar yazdığını görseniz şaşarsınız. Bunlar savaşın doğası gereği. Ama o savaş biter bitmez Churchill’in ‘Avrupa’ya bir demir perde indi, şimdi komünizme karşı savaş ilan ediyoruz’ diyen çağrısını da biliyoruz. Dolayısıyla bunlar mutlak anlar değil. Lenin’in güzel metaforlarından birine müracaat edebileceğimizi düşünüyorum. Yolunuzu kesen hayduda cüzdanınızı verir, yolunuza devam edersiniz. Kobane’de olan budur. Bu çatışmada IŞİD’in katliam ve soykırım tehdidini neyle savuşturabiliyorsanız onunla savuşturursunuz.

Yücel Yaman – Marks’ı değil de Lenin’i hatmetmiş, yalamış yutmuş Türk komünistlerinin biraz kendi toplumlarının gerçeğini hatmetmeleri gerekiyor. Kobane Stalingrad’a nasıl benzesin… minyatürü bile denemez. Ama batıcı laik kafanın epistemoljik kirlenmesinin bir çarpıcı örneği daha var karşımızda…

Cansu Çamlıbel – Şu durumda o da ABD’nin askeri gücü…

Ertuğrul Kürkçü – ABD’nin askeri gücünün harekete geçebilmesi o savunmanın muazzamlığıyla yakından ilgiliydi. Eğer Kobane teslim olmuş olsaydı ABD de kimse de harekete geçmeyecekti. Bütün bunları harekete geçiren esasen direnişin kendisine çektiği kamuoyunun gücüdür. Siz tahmin eder miydiniz Elle, Vogue gibi dergilerin Kobane’deki Kürt kadınları kapak yapabileceğini?

Yücel Yaman – Kürkçü burada böyle bir cevap vermek yerine Elle ve Vogue’nin Kürt kadınlarının fotoğraflarını kapak yapmasının şartlarını oluşturan gelişmeyi ben neden kendi partimde ve üyelerim için kullanamıyorum, bütün Kürtler’le bütünleşemiyorum diye soru sorarak karşılaması gerekti… Bir insanın kendisini sevmesi, beğenmesi, özgücünü ve moralini yükseltmesi kadar ondan da önemlisi kendini her tehlikeye karşı yeniden, yeniden üretecek çözümleri yaratmasıdır. Ancak böyle bir tavır kendini koruyabilir… Türk sosyalist hareketinin SSCB ve TSK’nın bağlı değişkeni olmasının sonuçlarını Ertuğul ağır faturalar ödeyerek yaşamadı mı hayatında?

Cansu Çamlıbel – Bu bahsettiğiniz şeyleri Batı’nın Kürdistan’ı kurdurma projesi için PR çalışması olarak görenler de var.

Ertuğrul Kürkçü – Bu laflara bayılıyorum. Batı’nın niye Kürdistan kurdurma gibi bir derdi olsun ki? Bunların hepsi fantastik, uydurma şeyler. Kürdistan diye bir şey var zaten. Bu Kürtler şimdi politik olarak ve kültürel olarak temayüz ediyorlar, ortaya çıkıyorlar. Bütün dünya Hıristiyan yada Müslüman fundamentalizmi etrafında kutuplaşırken Ortadoğu’da -veya bizim deyişimizle Mezopotamya’da- sivil, seküler bir hareket temayüz ediyor. Türkiye’de, Rojava’da, güneyde, doğuda İran Kürdistanı’nda güçlü bir şekilde temayüz eden bir Rönesans var. Düşünün, Rojava devrimi olmasaydı, IŞİD karşısında ellerini kaldırıp teslim olan Kürtler olsaydı, Kürtlüğün geleceği ne olabilirdi? Amerikalılar’ın en sevdiği şeyin eşitlikçi, özgürlükçü bir Kürdistan olacağını da hiç sanmıyorum.

Yücel Yaman – Hayatının her döneminde bir önceki dönemden çok farklı şeyler düşünmüş ve düşündüğü her yeni şeyden kimlik tanımını yapmış Ertugrul Kürkçü ‘fundamentalizm’ kavramından söz ediyor… Ben de onun bu kavramına bayılıyorum… Değişimin üstadı kendindeki değişim hakkını bir başkasına tanımıyor. Değişmek isteyen bir fundamenlisti, bıraksalar, fırına atıp yakacak… İşte bir fundamentalistin değişimine karşı çıkışına pes denir Kürkçü’nün. Atatürkçülük’ten yola çıkıp Kürtçülük’e kadar geniş bir yelpazede yolculuk yaptıktan sonra, bir de insan oluşun en kılcal damarlarında nefsini, aklını, ruhunu yoldaşlarının ölüm faturası ile terbiye ederek inandırıcı olmak için başka bir nitelik gerekiyor galiba… Değişime bu kadar açık olan, esen her rüzgarla savrulan Ertuğrul değişim hakkını sadece kendinde görme böbürlenmesinin, yani pozitivizmin şahikasını da yaşıyor… Eee, Hitler olmaya şurada fazla bir şey kalmamış oluyor. İsterse O’nu da olabilir! Yada hastalandığında doktorunun tedavisini dert etmesine de bir engel yok şu anda. Kürkçü’nün doktorunun hakkıdır hastasını istediği ilaçla tedavi etmek. Bu tavır bir kimliksizlik hastalığıdır… Bu hastalığa “halaskarlar” yakalanır. Batıcı laik kampta bu bulaşıcı hastalığın bir çok ünlü örneğini çevrede, üstelik 68’li kuşakta görmek mümkündür… Bu gibilere “ne ektin ki tarlaya ektiğini biçmek istiyorsun… diye sormanın zamanı değil mi? Büyük Reşit Paşa da Tanzimat Fermanı’nı ilan ederken reayaya sormayı hiç düşünmedi. Reaya adammıydı Reşit Paşa’nın gözünde!? Atatürk de Cumhuriyet ilan ederken, Hakkarili Kürtler ellerinde “cumhuriyet isteriz” diye Meclis’inin önüne gelip yürüdü mü? Yürümedi… Ama o günlerin fundamentalistleri değiştiler, geliştiler, öğrendiler bu gün l milyar doların eşiğine dayanmış bir toplu gelir yaratıyorlar… Üstelik Deniz Baykal’ı da yalancı çıkardılar ‘bir ay dayanamazlar demişti on iki yıldır iktidardan düşmüyor” müslümanlar… Değişimin üstadı sevgili Kürkçü iyisi mi sen bu kafayı değiştir… Çünkü yukarıda söylediklerin bir görüş değil faşizme giden yolun olmaz ise olmaz ilk taşı…

‘Arınç’ınki asker kafası’

Cansu Çamlıbel – İmralı görüşmeleri için sekreterya meselesi Sırrı Süreyya Önder ile Bülent Arınç arasında bir atışmaya neden oldu. Arınç ‘belki heyetteki o arkadaşlar da değişir’ bile dedi. Ne var bu çıkışın arkasında?

Ertuğrul Kürkçü – Bu kaba güvenlikçi ukalalık. Fakat hükümetlerin sadece kaba güvenlikçi tavrı yok. Aynı zamanda politikanın gereklerine önem vermeye çalışan başka kanalları da var. Madem her şey Öcalan’la yürüyor, o zaman Öcalan’la yürütsünler. Adaya Öcalan’la görüşmek için Öcalan gitsin. Hmm, nasıl olur? Kürdistan özgürlük hareketi çeşitli bileşenlerden oluşan kompleks bir yapı. Tabii ki devlet adına hükümet müzakereyi Öcalan’la yürütecek. Bu olmazsa olmaz. Peki bütün öteki işler nasıl yapılacak? Onların dediği gibi olabiliyorsa hükümet Meclis’te Öcalan’la birlikte kanun çıkartsın. Biz ‘Nasıl olsa generaller var, AKP ile niye görüşelim; KCK ile ordu görüşsün’ demiyoruz. Savaş askerlere bırakılamayacak kadar ciddi bir işse politika devrede olacak. Politikayı devreden çıkararak çözüm bulacağını sanmak güvenlikçi yaklaşım, Arınç’ınki asker kafası.

Yücel Yaman – Bütün durmuş saatler gibi Kürkçü sivil toplum ve özellikleri hakkında olmasa bile asker kafası konusunda bir kez doğru tespitler yapabilir… Asker kafasının tanımı ne ise Kürkçü’nün beyninde belki AKP içinde en sivil olana, ağlayabilen bir insana bu sıfatı yakıştırmış… Hayırlı olsun…

Cansu Çamlıbel – Son noktada sürece zarar gelmesin diye hükümetin aklındaki sekreterya formülünü kabul eder misiniz?

Ertuğrul Kürkçü – Sonunda tabiki buna karar vereceklerin başında Öcalan var. Fakat ben onun da bunu benimseyeceğini düşünmüyorum. Biz de bunu benimsemeyiz. Böyle çocuk oyuncağı gibi şey mi olur!

Cansu Çamlıbel – O halde Bülent Arınç’ın açıklamasına rağmen şu noktadasınız; Sırrı Süreyya, Pervin Buldan ve İdris Baluken sekreteryanın doğal üyesidir.

Ertuğrul Kürkçü – Bu zaten kabul edilmiş bir şey.

Cansu Çamlıbel – Ve kabul edilmiş şeyi inkar mı ediyor hükümet?

Ertuğrul Kürkçü – Bence hükümet değil, Bülent Arınç kendi kendine konuşuyor. Bu, müzakerelerde yer alan herkes açısından mutabakata varılmış bir konu. Şimdi durup dururken yol ortasında Bülent Arınç çıkıyor bunu diyor. Arınç kendince aba altından sopa gösteriyor. Evet müzakere de bir mücadele konusu ama bu kadar günübirlik, laf ola beri gele bir yaklaşım da müzakere ciddiyetiyle uyumlu değil.

Bütün ihtilafların aşılması bakımından atışmanın ortaya çıkarttığı asıl önemli olan sonuç bir üçüncü göz ihtiyacının yakıcı bir biçimde ortada durduğu. Tarafların nelerde mutabık kaldığı, hangi konularda anlaşmazlığın sürdüğü ancak her ikisine eşit mesafede bir başka göz tarafından toplum için inandırıcı bir biçimde ortada konabilir.

‘Akil heyet işlevini tamamladı, aynı ırmakta iki kere yıkanılmaz.’

Cansu Çamlıbel – Arabuluculardan mı bahsediyorsunuz?

Ertuğrul Kürkçü – Bu, iki tarafın ve toplumun nezdinde makbul addedilen kişilerden oluşan kendisine arabulucu yada oyun kurucu rolü vehmetmeyen, toplum adına süreci gözlemekten başka bir işlevi olmaması gereken bir heyettir.

Cansu Çamlıbel – Siz bunu talep edince hükümet ‘Akil İnsanlar’ı işaret ederse kabul edecek misiniz?

Ertuğrul Kürkçü – Bu heyet işlevini tamamladı. Aynı ırmakta iki kere yıkanılamaz.

Cansu Çamlıbel – İmralı görüşmelerinde müzakere aşamasına geçildi mi?

Ertuğrul Kürkçü – Müzakere aşamasına geçmek için en önemli hazırlıkların yapıldığını anlıyoruz. Ama henüz geçilmedi. Çünkü hâlâ deniyor ki, ‘Öcalan’ı başmüzakereci olarak kabul edemeyiz’. Fakat bu aşamaya gelmek dahi bizim açımızdan sosyal ve siyasal meselelerinin tamamının görüşüldüğü anlamına gelmez.

‘HDP çatışmasızlığın sürdürülmesi talebiyle söz almamalı’

Cansu Çamlıbel – Mülakattan sonra Cumartesi akşam saatlerinde Yüksekova’dan 3 şehit haberi geldi. HDP’nin ‘3 HPG gerillasının infazından sonra 3 asker öldürüldü’ şeklindeki açıklamasını görünce Kürkçü’yü arayıp böyle bir açıklamanın yaratacağı rahatsızlığı hatırlattım. Şöyle bir not gönderdi:

Ertuğrul Kürkçü – “Savaşa bir kez iade olduğumuzda, çözümsüzlüğün bedelini çatışmanın her iki tarafında kalan yoksullar ödüyor. Bir kez daha kent ve köy meydanlarını cenazelerin ardından intikam çığlıklarının doldurmaması, 90’ların yargısız infazları ve misillemelerinin hortlatılnaması için  HDP MYK’sının çatışmasızlığın sürdürülmesi talebiyle söz alması politik sorumluluğunun gereği. Retorikle değil özle uğraşacaksak, sorumluluk ve yetki sahibi herkesin Öcalan’ın 21 Mart 2013 çağrısını bir kez daha hatırlamasından daha önemli hiçbir şey yok şu anda. Toplumu histeriye sürükleyecek hiçbir şeyin çözüme katkısı olmayacağı açık. Savaş politikanın başka araçlarla sürdürülmesi ise, HDP’nin pusu ve misillemelerin demokratik bir çözüm siyasetini sürdürmeye değil rayından çıkarmaya yol açacağı uyarısına çok geç olmadan kulak vermek şart.”

Yücel Yaman – Türkiye’deki Epistemolojik Kirliliğin bam telinin tam üstüne basan bir cevap var önümüzde. Kürkçü’nün mantığı Marks gibi Engels gibi değil Köroğlu gibi çalışıyor. Robin Hood oluyor çoğuncası. Bütün halaskarlar gibi… İHD kuruyor ve kurban eti dağıtmaya kalkışacak Hristiyanlıkta kurban kesimi ayini olsa… “Çözümsüzlüğün bedelini çatışmanın her iki tarafında kalan yoksullar ödüyor diyor Kürkçü röportajının en son bölümünde…

İşte Türk komünistlerinin ekenomik olanı değil siyasi olan üzerinden çalışmasının ve sivilliği hiç kavramamasının en somut mantığının özü bu örnekte…

Kürkçü kardeşim sakın kimseyi yoksulluktan kurtarma…

Bırak yoksul kalsınlar. Ama üretmelerinin yaratmalarının önünü aç.

Bırak katma değer ve artı ürün üretsinler… Üretim yapanlar kendilerini kurtaracak gücü üretimdeki pozisyonlarından almayı bilirler…

Yücel Yaman - 29 Ekim 2014