Şehametle Değil Lakin Tevali…

Doğru iş yapmak ve işi doğru yapmak dairesinde her türlü yetki ve imkanı haiz insanların bile eğriliklerine muafiyet, samahat, istisna bulunuyorsa “doğruya sahip çıkmak” terbiyesini iğfal için başka şeye uğraşmasın düşman zaten.

Şehametle Değil Lakin Tevali
"Askı Sergen", Tahsin Yılmaz, Temmuz 2018, Beykoz

Aidiyet, mensubiyet, asabiyet bahisleri tam da kültür meseleleridir. Mesela “demokratik kültürü” diyor adam. O adamın mesela “Avrupa Kültürü” demeye de dili dönüyor. Yapacak bi’şey yok; telaffuzu yok adamın! Bir insanın “meselelerini halletme ve işlerini hale yola koyma” ferasetinden, o insanın eşyasına ne şekil vereceğine karar kılmasına yahut eşyasını veya yemeğini şu maddeden değil de bu maddeden imal edişine ayrı ayrı muhakeme usulü, rüknü, farzı, vacibi vazedilebilir miymiş acaba?

Aklı karışık adam anlamayacak beni. “Müslüman Kültürü” diyor adam, o adamın mesela “Türk Kültürü” demeye de dili dönüyor. Bu adam için de yapacak bi’şey yok: telaffuzu yok adamın! O müslüman ki “meselelerini halletme ve işlerini hale yola koyma” ferasetinden, o insanın eşyasına verdiği şekle karar kılmasını yahut eşyasını veya yemeğini şu maddeden değil de bu maddeden imal edişini ayrı ayrı muhakeme etmenin tabii, ilahi, insani bir aklı vazedilebilir miymiş acaba?

Yaşadığın yerde… hadi diyelim ki bile isteye iskan için seçtiğin değil de hasbe’l-kader deriz ya ebenced yaşadığın yerde mebzul miktarda bulunması icabı ya da bi’bulunduğu anda hemen istif etmeye bakmak zarureti icabı hayvanından, nebatından, suyundan, taşından tedarik çabalarınla oluşan itiyatlarla, yapmalarla çatmalarla bir kültür intaç etsin varsın, varmasın mı! Böyle mi diyeceğiz mesela?

Kültür denen şeyin ve “kültürdür o” yakıştırılan şeyin “olduğu nereden belli”? Olduğu farzedilen falanca şeyi teşhis etme yöntemini öğrenmek merakınızı celbetmiyor mu? “Olan ne” sorusu cevaplanmış mı ki de neden oluyormuş, nasıl oluyormuş yolundaki fiktiflere itimat edelim!

“Kültürdür o” yakıştırmasının/ıttılaının ne demek olduğuna kafa yormak zorunda mıyız? Bu zorunluluğun sebebi nedir?

Musahharamız tahtında tasarruf ettiklerimizden ve yapıp ettiklerimizden diğer yapıp ettiklerimizi ve yapmadığımız ama ister bir başkasının yaptığını ister yapılması mukadder iken yapmadığımızı tefrik edici bir şey… o şey nasıl tayin ve tebyin edilecektir?

Delilsiz olarak kendisine inanılması sahih olan hususlardan biri midir kültür? Yani bir akide midir kültür? Yoksa bir ilmi tecessüsün sıralı karineler derlemesi midir? Varlığına inanılması niçin sahih oluyormuş kültürün; çünkü (mesela) zaman ve zemin bakımından geniş (eski veyahut yaygın) olması onu icabettiriyor! Ve hem herkesin riayet ve tatbik etmesi onu varediyor! Öyle mi?

Taklidedeni çok madem inanmayıp da n’apacaksın; taklit et gitsin yani! Delillerini düşünme, terket akletmeyi yaygın bir akla kapıl. Biraz düşünsen kültür değişmesi diye toplumsal değişme-dönüşme diye okudukları şeyin “taklitçinin akletmeyi terketmiş olduğu yoldan zaman zaman ve zamanla büsbütün nefsinin arzularına yönelmekten intaç” olduğunu görürsün. Kültüre; güvendiğin, ayak uydurduğun ve tavassutuyla ferahladığın şey demekteysen, eğrinin doğruyu töhmet altına bırakması suretiyle onun yerine geçmesini hazırlamaktasın demektir halin. Nimetleri, ihsanları bu yoldan kazandığın için de o yoldan gelen şekavet sebeplerini hiç sezemezsin, sezmek ne kelime iştahla onları istersin ve tabi tatsız, acı, zahmetli olanlarını ise bir talihsizlik, tamir meselesi, cilve sayarsın! İsabetle/safahatla musibeti/sefehatı tefrik ve temyiz edemez yuvarlanır gidersin Allah muhafaza.

Kültür dedikleri işbu minval üzere münazaraya alınacaksa eğer; kültür şerrin işlenmesi veyahut hayrın istenmesi midir nasıl tefrik ve temyiz edeceğimize vakıf olmalıyız. Münazara niyetine varid iki saçma örneğe buyrun bakın:

  • “Toplumun varlık sebebi ilahi modelin insan tarafından pratiğe dökülme çabasıdır. Bu model bu dünyanın reddini değil ahlaki gerekliliklere uyarak onun kabulünü içerir.” diyorlar.
  • “Toplumun varlık meselesi beşeri sergüzeştten modelini çıkarabileceğimiz bir kalboluştan ibarettir. Zihnen iğfale uğramış bir insan tekinin açıla açıla kendine vaziyet edebilir donanımları keşf ve icadettiği kabulüne dayanır bu model.” diyenler de var.

Biz şu emsal saçmaları en azından ifşa ediyoruz inşallah bu üçlememizle.

Kraliyetler, kilise, aydınlanmacılık… bu sıralamaya muvafık anlatımlarına hususi deliller getiriyor hatipler ve yazarlar siyasi, iktisadi, içtimai, ticari, idari mevzulardaki neşirlerinde. İtaat, ihtiyar, irade sıralaması yapıldığını farzedince de o mülahazaların değişmediğini görüyoruz. “Garezlerin muhaveresini” ve hem “semenlerin müsaderesini” muharrik “nüfus artışlarıyla” o sıralamaya muvafık izahçılığın delilleri birbirlerine muadil midir acaba?

Müslümanın işbu bahiste yeri var mı peki! İnsan değil mi a, var zahir. Esas nasıl ki tezatı tesbit eder, o teşkille yeri var müslümanın bahsettiğimiz mevzuda elbet. Doğruyu töhmet altına çekmenin bir yolu da o doğrunun (mesela) tikel fail vasfını taşıyan nice tekilinden çıkan fiilleri dem tuta tuta açılmasıdır. Reva görülmeyecek tasvipler böylesi mahut işleyen yolları açar malumunuz. Doğru iş işlemesi beklenen zevat üzerinden eğriliğin revaç bulduğuna şahit oluyoruz Türkiye’de. Nasıl mı? Bakın bir cihetini anlatalım:

Müslümanın ümidini kafire kırdırmaya meydan vermiş olmayayım hesabıyla fesadını ve fıskını, haramiliğini ve beceriksizliğini görmezden gelen ve hatta iktidarlarını destekleyen bir müslümansanız yaptıklarının ve yapmadıklarının ne neticeler doğuracağını hesap etmemiş oluyorsunuz. Bu tutumunuzun size Allah’ın rızaını kazandıracağını bile umuyorsunuz. Öyle mi, değil mi?

Pis işlere elinizi sokmayarak akarlarınıza bakmanın bi’çeşit yolunu bulmanın kılıfı yutturulmaya uğraşılsa böyle yapılırdı aslında. Henüz hiçbir akarı olmayanlara örnek tutulmakta ve onların emsalinizce davranmalarına vesile teşkil edilmektesinizdir. Böylece… “muktedir müseylemelerin hışmından ve istikbarlarından, istiğnalarından kendinizi asan kılarken, aynı sıra yarınki muhtemel refahın ferahlığına erecekleri günün vaadine bel bağlayan uyar oğlanlarının –size özendikleri yoldan– muhmetel husumetlerini, buğzlarını savuşturmuş oluyorsunuz. Ehven-i şer muhasebesi yapanlar olmasaydı “muktedir müseyleme zümresinin” foyaları çarçabuk meydana çıkardı ki, o yanlış hesabı doğru ve gerekli imişçesine halleriyle ve kalleriyle ibraz edenler mukadder ifşa gününü ancak tehir etmiş olmaktadırlar sadece. Medet için değil meta için müslüman kıyafetine bürünme oyunu ancak böyle böyle sürdürülebilir zira.

Bu oyuna mezkür peşin mansıplara iştahlanarak katılmaya çalışanları teşhis etmeye gerek yok bile. Onların arasında müslüman görünmeyi hiç lazım addetmeyenler çoğunlukturlar ayrıca.

Gerçekten müslümanların ümitlerini kafire kırdırmak istemediği yoldan siyaset ederek, müslümanların ümitlerini istismar edenleri sükut geçen ve belki de bu yüzden mahcubiyet üzre olan arkadaşlarımız yok mu? Var. Nereden belli böyle oldukları? Hiçbir maddi hesap peşinde olmadıkları zahirden aşikar çünkü. Semirgen müseylemelerin eliyle gadre uğrayanlara madden ve manen yardımcı olduklarını görüyoruz keza. Fakat akıntıya karşı kürek çekmek mesabesinde uğraştıklarını tekrar tekrar bildirmek gerek onlara. Ve Allah zihin açıklığı versin de hem müseylemelerin istismarını def ve men edici hem kafirlerin düşmanlıklarına karşı emin kılıcı çareler akledebilsinler diliyoruz. Yürekleri işkencenin çeneleri arasında sıkışık bu arkadaşlar hep hatırda tutmalıdırlar ki, muktedir müseylemelerin icraatı ile kafir düşmanların taarruzları birbirine yarayışlı işlerdir. Hatta müseylemelere müsamahaları kafirin düşmanlığına su taşımaya eştir. Zira bir müslümanın müsamahası müslümana muavenete tetabuk etmeli ve müslümana muavenet içermeli, gerektirmelidir. Bu basireti o arkadaşlarda aramak abes değil ve fakat ikaz şart çünkü o kadarını hesap eden kişiye ihtarınız işleyebilecektir: ha müseyleme ha kafir nihayet birbirinin ayakdaşı…

Bir müşahhas vakıa zikretmeli midir? Öyle olsun, zikredelim. Nazariden çok şöyledin şahitlik getirmelisin diyenler buyursun: TBMM şu anda hiçbir vazifesini hangi usül ve rükne istinat ettirileceği belli olmaksızın çalışmak (!) cenderesine iteklenmiş durumdadır. Bu manzaranın zuhur edeceği ihtimalini bertaraf edesi hazırlığı temin gereği bir vazife olarak Miladi 2016 Nisan’ında doğmuştu. Ama ihmal edildi. Ve gün geldi çattı hal rezalete dönüştü: 1) Kaldırması gereken kanunlar sakıt “bakanlar kurulu” tarafından kaldırılıyor ama “yetkime tecavüz ediliyor” diyemiyor. 2) Yeni kanun vazı işi için tezkere tevdi ediliyor Meclis’e ama o kanunu tatbik edecek Bakan’ın kanun teklifini Meclis’e ibraz görevi yok. Lakin tezkereyi müzakere için o görevi Bakan’ın ifa etmesi şartı var Meclis’in.

Bu hezliyatı bütün müslümanlar mübah görüyor, tasvip ediyor. Umursamayanları da çok tabi. Ve ve… “hiçbir kanuniliği vaz edilmediği halde 3 yıllık geçiş dönemi diye bir çalışma takvimi müsamahası ikram” ediyorlar işgüzarlar vekilinden seçmenine.

Doğru iş yapmak ve işi doğru yapmak dairesinde her türlü yetki ve imkanı haiz insanların bile eğriliklerine muafiyet, samahat, istisna bulunuyorsa “doğruya sahip çıkmak” terbiyesini iğfal için başka şeye uğraşmasın düşman zaten.

Başka vakıa örnekleri de mahkemelerimizden. Nice nice hem. Yargılayamayacakları insanlar önünde acz içine itildiler. Hani bilirsiniz; oğul seslenir babasına: “hırsız yakaladım baba”. Baba cevaplar: “tut getir oğlum”. Oğul: “gelmiyor baba” der. Baba o zaman: “bırak gitsin madem” der ama oğulun cevabı çok manidardır: “gitmiyor baba”. Bu manzara vaka-yi adiye sayılır olmuşsa kabahat hangi kültüre sığıştırılacak peki!

Hür vicdanıyla Millet adına tahkim yetkisi kullanamayan yargıçlarımızın hal-i perişanlarını bile yeter örnek saymayanlar kültürden ne anlıyorlar acaba!

Bir örnek daha zikredeyim: 15 Temmuz 2016’dan. Akşamdan ertesi günün sabahına değin maruz kaldığımız hadiseye “silahlı kuvvetlerimizi iğfal yolundan ülkemizi işgal teşebbüsü” tanımlaması yapıyor memleketin yetkili unvan sahipleri. İşgal ve vasıtaları sabit, öyle anlaşılıyor beyanlarına göre. İşgal ve silah belli ise düşman da belli olmalı ki akıl bunu emreder. Fakat ne hikmetse resmi beyanlardan düşmanın teşhis edildiğine ve kime karşı savaş hali ilan edildiğine muttali değiliz hiç birimiz. Düşmanı ve kime karşı savaştığımızı işgal teşebbüsünden başka tebarüz ettirecek ne şey var da ayan olmadı acaba diye sormak mı gerekiyor yani. Bu hal hangi kültüre münasip olsa gerek!

Allah insanın işine karışmıyor ancak tabiata vaziyet ediyor sananlar ve bu sanıları hallerinden belli olanlar hayrın şerre şerrin hayra kalbolmayacağını kabul edip mesela yerin sallanmasıyla insan işlerinin alakası olmadığına hükmediyorlar. Alakası olmaz mı canım diyenlerin çoğunluğu var ki onların halleri sözlerini nakzediyor. Allah kainatı bi’kurdu öyle yürümekte ise o yürürlükteki hadiselerden herhangisinin falanca beşeri tasarrufa tekabülü tetabuku ancak insanın farazi telakkisidir demek… halde ve kalde öyle telakki etmek imanın gayrısına düşürür kulu.

Nasıl karıştığı bilinmeyen ama uzaktan yumak görünen ip topağı gibi intikaller, ilişkiler ağı ya da nasıl da birbirine keçeleşmeyen mutlak tutarlı bir örgü sanırsın sen kainatı. Ya kaos ya aheng var sana göre. Ve başlattığı gibi koyvermiş Allah! Senin yüzünden herhangi vaziyete girmesi muhal bi’de… çevrecileri bile senden bi’gömlek üstün saymalı handiyse.

Kendinizi nasıl geçindirdiğiniz ile aranızda nasıl geçindiğiniz, eskilerin tabiriyle “daibeyn” teşkil eder. Ve ilahi takdir “elbette gökleri ve yeri yaratmak insanları yaratmaktan daha büyüktür”. Allah yerimize başka bir milleti yaratmaktan aciz değil. (24 Temmuz 2018)

Yazarın Diğer Yazıları

Şehir, Yönetimin Konusu Değil Yönetenin Ta Kendisidir

Aday Seçilen

Murat - Mürted - Mir'at

Para Nedir?

Siz Yazmış Olun

Niye Bu Hale Düştük?