Meselemiz İltihap-İfrazat Mı İhtisap Mı?

Fabrikalar ya stok için çalışır ya çok hızlı tükettirme şebekelerine. Fabrikaların makul ve mısmıl görülmesi kabul edilemez, çünkü atölyeler, takım-tezgahlar feda edilmedikçe fabrikalar gündeme gelebilemez.

Meselemiz İltihap-İfrazat Mı İhtisap Mı
Artık Marangoz Tahsin Yılmaz iskarpela çalıştırırken

İşsizliğin çaresini bulmak, bilmek, eylemek isteyen mi var! “Ne bildiğin ne işlediğinden bellidir. Niçin öyle işlediğin ne olduğunu belli eder. Nasıl işlediğin yani idaren ve riayetin iradeni belli eder. Sarfımı gör sadrıma gir. İşim içimdir.” demiştik on ay evvel. 20 kadar insana işitebilmişiz.

“Alet işler el övünür” sözünü bilirsiniz. Peki o aleti kullanan el midir övünen, “el”den kasıt aletin yadı/yabancısı mı, yoksa övünç o aleti yapan ele mi aittir? Cevabınıza karışmayacağım. Ben gevezeliğime devam edeyim. Alet nasıl yapılır bilir misiniz? Alet, bir iş yaparken hatta bir işin acemiliği esnasındayken zihinde tasvire çıkar. O işin mazmunları ve ayrıca mazmunların işi taşıdığı safhaları zihinden eşyaya intikal eder aletle. İşte o intikalin zarfıdır alet. Her seferinde tekrar ve tekrar yaptıklarınızı o aletle bir kalıba, kılavuza bağlar ve tertip tertip sürdürebilirsiniz. Aleti yapmak, o aletten önce aletsiz yaparken öğrendiğiniz yapma bilgisi menzillerini birbirine bir bağlayıcıda çatarak işin başarılmasıdır. İşin sıra, tutum, şekil, şemal, gaye, madde, hareket, eşya talikatıyla bir şahsiyete iltisakını başarmaktır alet yapmak.

Şimdi hazır aletleri, mekanizmaları ve onların yapıldığı fabrikaları satın alan, kurduran ama onları yapmayanların, kurmayanların, yapmayı/kurmayı bilmeyenlerin çalıştığı imalata ne kadar çok insanı kaydetseniz yine işsizliğe, işgücü telefine düşmeniz muhakkaktır. Bugün değilse yarın tekraren mukadder. İşi, işi yapanların ihtiyarından ve tedebbür aleminden/ahenginden koparmışsınızdır çünkü. İşsizliğin çaresini bilmek, bulmak, eylemek isteyen var mı ki diye muaheze açtık başta. Cevap şurada: işsizliğin sebebini bilmek isteyen varsa ancak işsizliğin önü alınabilir demeye getiriyorum sözü. İşsizliğin sebebi mesleksizliktir, mesleklerin berhava edilmesidir, ki; mesleklerin berhavaı da işliklerin fesada uğratılışındandır.

Mesleklerin matrahı, medarı olan işlikler bozulduysa ilkin istihdam intizamınız çöker. Türkiye’de bu çöküntü iki kere yaşandı. Hıristiyan takvimiyle 1550’leri takip eden yıllarda “çift bozanlar”, “büyük kaçgunluk”, “celali isyanları” nam bir hadise yaşandı memlekette. Tarla tapan, bağ bahçe, ağıllar ve peşinden takım-tezgah yani imal, istihsal intizamının bozulması “fiyatlara fesat sokulması” neticesiydi. Fiyatlar ve işlikler ve meslekler bozguna uğratılmıştı mezkür sırayla… birbirini tetikleyerek. Para bozgunu… bozgunun en son safhasıdır. Bozgun silsilesini, nihayetten bidayete isabetle ele alıp hal çaresi aramayınca nafile yani. İkinci çöküntü 1750’lerden itibaren sahnelendi. Daha doğrusu çöküntüden arta kalanlar 1750’lerden itibaren hepten ezildi, mıcıra toza dönüştürüldü. Silinip süpürülme sırasıdır şimdi başımızdaki. Çökmüş iş gücümüzün ezilmesi fabrikaların kurdurtulmasıyla vakidir. İlki barut fabrikalarıdır. Sırasıyla yahut beraber… bez, kağıt, cam, saraciye, ispirto, demir döküm fabrikaları. Başkaca cihetlerden… fabrika mekteplerini ve şifahaneler yerine hastahaneleri eklemelidir bu furyaya. Gavurlara borçlandırılmamız bunları takibeden vakıalardır. Çünkü paranın bozulmasından beteri para darlığı intibaıdır. İzahı da çok(!) inandırıcı: savaş maliyesi yahut cari açık, peh. Sen kazanı del sonra dolmuyor diye şikayetle deliği kaynatmak dışında çareler ara! İş mi yani!

Fabrikalar ya stok için çalışır ya çok hızlı tükettirme şebekelerine. Fabrikaların makul ve mısmıl görülmesi kabul edilemez, çünkü atölyeler, takım-tezgahlar feda edilmedikçe fabrikalar gündeme gelebilemez. Borçlanmadıkça ya da para kalpazanlığı yapmadıkça fabrika kurulamaz zaten. İşsizlik… fabrikanın stok türü değiştikçe konjonktürel olarak mütemadiyen devre devre işsizlik zuhur eder veyahut fabrika mahsulünün çok hızlı tükettirilme şebekeleri mülga edildikçe. Nüfus artmadığı halde üretilen şeye esasen ifrazat denir, mamül değil. Bi’l-akis meslek erbaplığı icra edilegelinen tezgahlar, atölyeler ihtiyaç kadar imale kabildirler. Böyleyken nüfus artmadıkça dükkan açılmaz, nüfus arttıkça “yapma merakı duyan” da artar keza. Bunlar işgücü ve iktisat sıhhatini bozmak ne kelime takviye eder, çeşitlendirir, suhulet kazandırır. Peki nüfus hem doyurulamayacak kadar hem icatçılıkla baş edilemeyecek kadar artarsa!: 1) arzda hiç böyle bir arıza zuhur etmedi 2) böyle bir “yetiştirme, yetişme-yetişememe, yetiştirememe” problemi velev ki var yahut çıkacak diye çırpınacağımıza, mevcutlarımızı harcayacağımıza, borçlanacağımıza merkezi-yoğun-durmaksızın-sınırsız imal şebekelerinin masrafına, inşaına, yıkılmasına-dikilmesine, hurdasına-çöpüne yetişmeye uğraşıyoruz boşu boşuna gerçekte. Böylesi yoğunlaştırmacılık ve kanalizasyon furyasından diğerine 5 sene, 10 sene, 15 sene rağbetten çıkan da çıkamayan da işgücü israfı ve istihdam açığı diye iltihap halinde sızıyor cemiyetten maalesef.

Meselemiz ihtisap değil iltihap yani. Mikrobu, paraziti uzak tutmaktansa onunla entegre olmaya razı iseniz bilmem, ben değilim. (02 Şubat 2019)

Yazarın Diğer Yazıları

Şehir, Yönetimin Konusu Değil Yönetenin Ta Kendisidir

Aday Seçilen

Murat - Mürted - Mir'at

Para Nedir?

Siz Yazmış Olun

Niye Bu Hale Düştük?