Cemiyetin Mayası, Hayati Maileri Ve Meslekler

Yapma bilgisi ve yapımın merkezinden halesine kadar icaplara vukuf meslek erbabı sıfatına yetişir mi?

Cemiyetin Mayası Hayati Maileri Ve Meslekler
"Ecza, Ecza, Ecza", Fatma Canefza Yılmaz, Selimiye Lisesi, 14 Aralık 2018, Üsküdar

Çoğunluğun, kahir ekserimizin müşterek güçlü bir esenlik ve sürur ülküsü kültürel cari müktesebatımız ise eğer, onu inkıtaa, ifsada, fenaya itekleyen beşer işi fecaatleri ve felaketleri henüz onlar peyda olmamışken murakabe edebilmeliyiz. Ama edemiyoruz. Güncel öyle bir kıyafet içinde ki, sanırsınız onun muhtevaı ölü, kuru, donuk, durgun bir geçmişin hikayesi. Aksine ölmüş, kurumuş, donmuş, durmuş olan bizleriz. Bu duruma “ortama ayak uydurmak yüzünden murakabe edemiyoruz” diye bir mazeret yakıştırmayacağınızı umuyorum. O mazerete sığınan birine rastladıysanız biliniz ki, o, insan falan değildir.

Vaki kerahatler nice kişiye münasip geliyor ve hiç istikrah duymaksızın, istifrasız ve istiğfarsız iştahla onlarla doymaktadırlar, biliyoruz. Kaç kişinin içi kalkıyor bunu mukabil bilmiyoruz. Fakat ne hikmete istinat ettireceğinin cahili olarak nice şahitler ve carimler var ki, onlar, hiçbir çabanın/afyonun unutturmaya yetmeyeceği raddede içtinap edilen muhtelif mahuteden rahatsız olmamakla beraber şikayetçidirler. Bu manzara karşısında ve hatta içinde şaşkın olmayan muhakkak agah olandır. Acınmayan ise muhakkak bileniyordur, ateşi harlanıyordur.

Yarına tasasız bakabilmeliyim ve bir diğer emsal muntazırdan farkım olmaksızın bakabilmeliyim diyenler oldu daima dünyada. Teklifçisinden tasvipçisine dünya hep bu tür insana azmetti. Lakin onlar arasından ancak bazıları bahtiyar oldular, hepsi değil. Kimin bahtiyar kimin acı hıyar olduğunu ise hadiseler belli etti fakat. Yarına tasasız bakanların çoğu daima gününü gün ederek yaşadılar ve acıklı olaylara çarptılar. Çok azı berhüdar idiler; tasadan asan yaşadılar ancak. Zaten kültürün taşıyıcıları da bu azınlık oldu hep. [Ki “sınıf bilinci” nam bir bahs-i diğere medhal kuvvetindedir/kıymetindedir şu az evvel telaffuz ettiklerimiz… neyse.]

“Müşterek güçlü bir esenlik ve sürur ülküsü kültürel cari müktesebat” dedik az evvel. Kesbedilmiş o şeyler nelerdir a!? Sayamayız, çünkü bitiremeyiz saya saya. Onları kazandıranı bildirebiliriz: sanatınızdır, zanaatınızdır, işinizdir, işe davranışınızdır o rahim. Bir seyr ve süluk kanalıyla icra edegeldiğiniz, inkişaf-tekmil ettiğiniz mesleğinizdir o rahim.

Peki yapma bilgisi ve yapımın merkezinden halesine kadar icaplara vukuf meslek erbabı sıfatına yetişir mi? Bakınız ben 1987’de apandistim patladığı halde ameliyat parasını peşin alana kadar hekimin ölüme terkettiği biriyim. O hekimin mesleği nedir anlayabilecek miyiz? Anlayamazsınız. Çünkü yok onun mesleği! Bir insanın mesleği var mıdır diye bakmak için hirfetine nazar etmek yetmez. Ona nereden nazar ettiğiniz ve onun tarassut ettiğiniz yerin neresinde durduğu keşfiniz dahilinde olmalıdır. Yani meslekten evvel mesleğin mahalli ve mekanları önemlidir. Şu fark size yetmeli: mezkür hekim hirfetini “hastahane”de arzediyor, “şifahane”de değil. Meslek ile mahal ve mekan ilişkisine dair bir şey çağrışmadıysa zihninizde zaten, size olanlar olmuş ve intikal yetinizi ve münakale cihazlanmanızı ifsadetmişsiniz ki okumayın beni.

Meslek öğretenden öğrenene akar, tamam. Fakat süluk için bu yetmez. O akışa-sehle bir vesile muhatap… mesela şifa arayan [muhtaç-talip] lazım. O da tamam etmez akışı. Nereden akıyor ve nerelere akıyor? Yani mahalli ile mekanları; akana uygun yatan cereyan sahası lazım: eğer o saha, falan mesleğin öğreneni, öğreteni, tatbikatçısı için ve onlar sayesinde inşa edilmemişse belli bir meslekten bahsedemezsiniz bi’yerde.

Talim-terbiye kavramına mülaki meselelerimizi düşünün. Öğreten hamal; okul tahmil-tahlis mecraı, öğrenen de talip değil. Orada bir meslek ve süluk tecrübe edilmiyor o sebeple. Mühendislik mesela, okullardan boşaltılıp yüklenilen şey halinde. Yani mühendislik yapılan yer değilse bir yer mesela okullar gibi, orada mühendis hem yetişmez hem mühendislik intikal etmez.

Bugün halkın arasında bi’şeyin derinlerine inene rastlayan biri mi var? Olmalı diye dertlenen var ama. Gazino veya umumhane yukarıda meslek icapları tahtında zikrettiğim keyfiyetlerin tamamını karşılıyorsa bile gazinoda ve umumhanede cereyan eden işlere meslek takdiriyle bakacak mıyız yani? Bir meşgaleden diğerine geçmek/düşmek/sapmak ihtimaline hiç yer vermeksizin geçimini şu veya bu işinden yapamayacağı günün geleceğine kani ama o güne ne kadar kaldığını –ölüme karşı kayıtsızlık emsal– umursamayan geçimcilerde... eucos-nomos’a veya tedebbüre bile uymayanda meslek erbaplığı mı tetkik edeceğiz!!!

Zamanımızda iptale itilmiş ehemlerimizin yerini işgal eden vakıa ve hadisatı sayıp dökmek, zamanın keyfiyetini defalarca tahrir etmekten daha zor. Sureta “düşüncede alakadırlık neşet etsin” diye cemiyetler küşat eden güya meslekdaşlar var bi’dolu. Mesleki hiçbir icap ve rükne ne müeyyed ne muhayyer hiçbir tekellüfü haiz olmayan cemiyetlerin ve sureta o mesleğe talebe toplayan mekteplerin adlarında kalakalmış zanaatlar zamanındayız. O cemiyetler de mektepler de bütün kaviliği kömür tozuyla karılmış harçtan –en cılız darbenin tozunu attırdığı–toprak tuğla misalidirler. Zamanın mevrideleri arasında bana hep haksız çıkmak düşüyor. Zira zamanenin ölü saydıklarındanım ben. Avrupa’da ölüler daima haksızdırlar. Sütlü anılmak için ölmüş ineğe özenecek değilim hoş.

Bir mahallede mahallenin zanaatkarına ısmarlanan işlerin ve amelelerine ısmarlanan hizmetlerin lehdarına o mahalleye karşı vefa ve mihnet tekellüfü getiren latif-esiri anlaşmalar yaşatılırdı meslekler halesinde. Bu anlayış mukaddes idi. Hususen zanaatkar ve daimi müşterisi ekabir arasında hasıl olan esnaf-eşraf ünsiyeti bir dengeyi tartardı. Falan iştigalin meslektaşının-müşterisinin muadelesindeki arz-talep terazisi yetimin, borçlunun, dulun, miskinin, acizin, pir-i sinin hacetini şartlayarak tartmak demekti o denge. Mahallenin mesela dülgerine handiyse zimmetli müstezafın bir kısmısı o dülgerin ve müşterisinin mesuliyetinden nasipliydiler yani. Şimdinin insanının aklı almıyor bunları. Nasıl bir anlaşmaymış canım bu! Bana neymiş iş ısmarladığım zanaatkarın mahallesindeki garibin gurabanın haceti diyor utanmadan zamane. Sanki iş ısmarlamak kalmış gibi, zanaatkar varmış gibi, mahallenin ancak esamisi kalmamış gibi itiraz ediyor üzerine mesuliyet gelecek diye. Hoş kendisini müşteri addediyor zahir, tüketici olduğunu unutarak tehevvüründen.

Eğer meslek dediğinizi bir alış-veriş… kuru ve hatırsız, gevşek ama hesapça sımsıkı bir alış-veriş zarfı sanıyor iseniz, o zannınıza karşı hamle ediniz hemen, ki, siz içtimai ehemmiyetten bahisler açagelen birisiniz madem. Değil misiniz yoksa. Öyleyse açılın önümüzden çekilin yolumuzdan. O alış-veriş oyunları esnasında ellerinden kaydırıp kaçırıp kaybettiklerinin hesabını bizden sormaya bile kalkışanlar çıkar gün gelip açıkta kaldıklarında. Hadi kışt. (18 Aralık 2018)

Yazarın Diğer Yazıları

Şehir, Yönetimin Konusu Değil Yönetenin Ta Kendisidir

Aday Seçilen

Murat - Mürted - Mir'at

Para Nedir?

Siz Yazmış Olun

Niye Bu Hale Düştük?