J.C.Grange, Dan Brown ve Romanlar Üzerinden Emperyalizm

Dünya üzerindeki sömürü odaklı büyük savaş, öyle sizin zannettiğiniz gibi topla, tüfekle, ekonomiyle veya politikayla yapılmıyor. Saydığım bu unsurlar "piyon" mahiyetinde kalıyor. Asıl büyük savaş, edebiyat ve sinema üzerinde yürütülüyor.

Dünyada kitapları en çok satan yazarlardan ikisi Jean-Christophe Grange ile Dan Brown'ın eserlerinin tamamını okudum, diyebilirim. Fransız yazar Grange'ın "Lontano" ve "Kongo'ya Ağıt" romanlarına daha başlamadım. Türkiye'de "Şeytan Yemini" adıyla yayımlanmış olan "Le Serment des Limbes (Belirsizlik Yemini gibi bir mânâsı var)" romanını ise aylardan beri bir türlü bitirememiştim ki, inat ettim ve hızla okuyarak tamamladım. Sonuç; içi boş, sırf heyecan olsun diye ağdalı birkaç hadisenin kurgulanmasıyla doldurulmuş yüzlerce sayfalık vakit kaybı.

Tabii bu, yazar ve yayınevi açısından anlaşılır bir durumdur. İstenen ilk şey, cafcaflı tanıtım cümleleriyle dolu reklam kampanyası yapılarak, satış rakamlarının hedeflenen seviyeye ulaşmasıdır. İkinci hedef de, Fransız lisanı ve edebiyatının emperyalist emellere hâlen hizmet edebildiğini Fransa derin devletine ve dünya kamuoyuna göstermektir. Dünya üzerindeki sömürü odaklı büyük savaş, öyle sizin zannettiğiniz gibi topla, tüfekle, ekonomiyle, hisse senetleriyle veya politikayla yapılmıyor. Saydığım bu unsurlar "piyon" mahiyetinde kalıyor. Asıl büyük savaş, edebiyat ve sinema üzerinde yürütülüyor. Lütfen artık bunun farkına varın.

Hollywood'un yahudi ve yahudiye hizmet eden Japon, Hintli, Arap veya Avrupalı sermaye veren prodüktörleri; Bollywood'un Hindu, Tamil, Budist, Müslüman görünümlü laik, Hıristiyan, Sih yapımcıları; Güney Kore'nin Budist ve Hıristiyan sinemacıları, İran'ın Şii yönetmenlerinin hepsi ama hepsi kendi ideolojilerine hizmet için, kendi ülkelerinin emperyalist görüşlerini dünya kamuoyuna empoze için gece-gündüz çalışmaktalar. Burada bir parantez açayım. Size komik gelecek fakat Türkiye'de yaşayıp, film yaparak para ve şöhret sahibi olan, ismi "yerli" kendileri "yabancı" sinemacılarımız ne yapıyorlar? Ya milletin geleneklerinin canına okuyan bol küfürlü komedi filmleri yapmaktalar veya Müslüman-Türk'ün tasvip etmediği fakat Avrupa'dan övgüler alan "ihanet" filmleri üreterek, emperyalist devletlere uşaklık peşindeler. Birkaç istisna bundan muaf tutulmalı ama geri kalanı maalesef Euroimage ve yahudi sermayesinin istekleri doğrultusunda davranmaktalar. Parantezi kapattım.

Dünya üzerindeki popüler edebiyat savaşlarının da sinemadan farkı yoktur. Amerikalılar Stephen King, Tess Geritsen, Dan Brown, Paul Auster vs gibi yüzlerce yazar üzerinden, milyonlarca satan kitaplar üretirken; eskisi kadar verimli yazar çıkaramayan Avrupa cenahı da ABD'nin bu yayılmacı politikalarına karşı Jean Christophe Grange, Michael Ende, Patrick Süskind, Jo Nesbo gibi yazarlarla cevap vermeye kalkıyor fakat bu hamle çok cılız kalıyor. Avrupalılar edebiyat sahasında Amerikalılara ancak "klasik" kabul edilen yazar ve kitaplarla karşılık verebiliyorlar ama "klasikler" de bayatlamış durumda. Günümüzün kitap okuyucuları 18-20 sayfalık tasvirlere, monologlara sabretmiyorlar. Dünyadaki herşey; yiyecek içecekten spora, ekonomiden politikadan savaşlara kadar nasıl ki Amerikanlaştıysa, edebiyat ve sinema alanında da aynı kaderi yaşıyoruz. Hamburger, pizza, sandviç ve kola varken, artık kimse gidip de lokantaya oturup sulu yemek yemiyor. Mahallî yemeklerimiz bile Amerikan tarzına uygun şekilde pazarlanıyor: Yarım ekmek arası döner, kebap dürüm, lahmacun paket, sandviç, çeyrek ekmek içine kokoreç vs.

 

Dan Brown Efsanesi

Son yirmi yıla damgasını vurmuş en popüler Amerikan yazarı da Dan Brown'dır. Pek çok eleştirmen, Dan Brown'ın bir "proje yazar" olduğunu savunsa da, adamın yazdığı kitaplar için, daha piyasaya arzedilmeden haftalar öncesinde reklam kampanyası başlatılıyor, Türkiye gibi tercümeci ülkelerde Brown'ın 500 sayfalık romanı için 10-15 kişiden müteşekkil bir mütercim grubu kuruluyor, tercümanlar bir ada veya benzeri yere hapsediliyor ve kitap basılıp da dağıtılıncaya kadar da çevirmen grubu sokağa salınmıyor.

Biz de "Dan Brown'ın bu kitabında acaba nasıl bir hikmet var?" diyerek koşup romanı satın alıp, hemen okumaya başlıyoruz. Başı ile sonunun alakasız olduğu (aynı karmaşa Jean Christophe Grange'da çok daha beter) romanın ortasına geldiğimizde, "bu muydu?" diye hayıflanıp ilgimizi kaybetsek de, verdiğimiz tomarla paraya acıyıp kitabı bitiriyoruz. Tabii, bu arada medyada tutulmuş köşebaşlarından yapılan yaylım ateşle "Dan Brown'ın son romanının ne kadar muhteşem" olduğu dolduruşlarına maruz kalmaktan kaçamadığımız için "hım, demek ki arıza bende; bak, okuyanlar ne denli beğenmişler" diye düşünerek eziklik kompleksine kapılmaktan da geri kalmıyoruz. Tıpkı Orhan Pamuk ve taklitçilerinin kitaplarında olduğu gibi...

 

Orhan Pamuk Safsatası

Yıllardır çevremin ve medyanın gazına gelerek bir sürü Orhan Pamuk kitabı satın aldım. Hüsrana uğramadığım kitap sadece "Cevdet Bey ve Oğulları" olmuştur. Türkiye’nin modernleşme sürecini burjuva bir ailenin gözünden anlatan bu roman haricindeki diğer Pamuk kitapları benim için tam anlamıyla hayalkırıklığıdır. Bu mevzuda ne derseniz deyin, düşüncemi değiştiremezsiniz. Ha, Orhan Pamuk bir gün yeniden kaliteli bir roman yazar, işte o vakit "tamam, yanıldım" derim.

İşin tuhaf tarafı, Orhan Pamuk romanlarının yabancı dillerdeki versiyonları çok daha fazla beğenilmektedir. Çünkü (söyleyenlerin yalancısıyım) Pamuk'un kitapları yabancı lisanlara tercüme edilirken, mütercimler tarafından yeniden yazılmaktadır. Böylece yabancı memleketlerdeki çeviri romanları okuyan Avrupalı ve Amerikalı kişiler, Orhan Pamuk'u büyük yazar olarak tanımaktadırlar. Nasıl "büyük yazar" olmasın ki, eserleri hakkında birçok akademik tez hazırlanmış, eleştirmenler hep övgü dolu yazılar yazmışlardır. Öte yandan, Orhan Pamuk için de "proje yazar" tarifi yapılmaktadır ki, bu iddiada bulunanlar pek de haksız sayılmazlar. Çünkü Orhan Pamuk'a ülkemizde tanınan ayrıcalıklı statü, Amerika Birleşik Devletleri'nde Dan Brown ve Stephen King'e verilmektedir. Orhan Pamuk'un proje yazar olmasının ilk işaretini laik ve sol kesimin Zeus’u Fethi Naci verir. Fethi Naci'nin Orhan Pamuk'un "Cevdet Bey ve Oğulları" romanı için Yazko Somut Dergisi'nde kaleme aldığı yazısının başlığı şöyledir: Romanda Büyük Bir Yetenek. (15 Nisan 1983)

 

Yardımcı Editör Ordusu

Bu yazarların emrinde pek çok yardımcı eleman çalışmaktadır. Bir rivayete göre, Stephen King'in elinin altında 60'dan fazla (sayıyla altmış) yazar, editör ve stajyer çalışmaktaymış. Onların yazdıkları veya fikirlerinden yola çıkılarak üretilen romanların hepsinin şemsiye ismi kitap kapağında "Stephen King" olarak pazarlanmakta imiş. Doğrudur, inanırım. Çünkü her yazarın kendince, iyi-kötü bir üslubu, kalem oynattığı bir sahası vardır değil mi? Peki, Stephen King'in yazmadığı bir alan var mı? Yok. Adam bir deha sanki. Her konuda roman üretebiliyor ve bu romanlar da çok kısa süre içerisinde piyasaya çıkıyor. Hani "araştırma yapıp da yazmış" diyeceğim ama araştırmalar yaparak yazılmış bir romanın bu kadar kısa sürede piyasaya arzedilmesi imkânsızdır.

Dan Brown romanlarının pek çoğu "katolik hıristiyanlığın karanlık yönlerini" ele almak, hatta sırtını yere getirmek için planlanmış hissini vermektedir. Neden katolik hıristiyanlığa bu kadar vuran, aşağılayan, ezmeye gayret eden Dan Brown, hakkında fazlasıyla bilgi sahibi olduğu Yahudilik ve Evangelist Hıristiyanlıkla alakalı en ufak birşey yazmamaktadır. Bu hususta bir tek eleştirmen bile söz söylememektedir. Yayımlanmış romanlarında bugüne kadar İslamiyet'e vurmamasının nedeni, sanırım, fazla bilgi sahibi olmamasından kaynaklanmaktadır veya belki de "finansörleri" Brown'a "hele biraz daha bekle, gün gelir, İslamiyet'e de saldırırsın" demişlerdir, kimbilir?

Katolik Hıristiyanların Yahudilere "Tanrı Katili - God Killer" dedikleri ülkemizde pek bilinmese de, Batı kamuoyunun malûmudur. Fakat Evangelist (Donald Trump, Mike Pence, ajan Papaz Andrew Brunson gibi) Hıristiyanlar, bırakın Yahudileri suçlamayı, kendilerine "Hıristiyan Yahudiler" mealinde bir benzetme bile yapıyorlar. Durum böyle olunca da Evangelist Dan Brown, ABD derin devleti tarafından desteklenirken, tabii ki Katolik Hıristiyanlığa saldıracaktır. Sıkı mı Yahudilere bir laf söylesin, ayağının altındaki halıyı bir çekerlerse, popüler romancımızın dünyası bir anda kararır.

 

Roman, Film ve Emperyalist Saldırı

Dünya üzerindeki işgal ve sömürü savaşlarının en güçlü silahları sinema, dizi film ve edebiyat eserleridir. Bomba, tüfek, tank, roket vb. silahlarla ele geçiremeyeceğiniz düşman askerlerinin beyinlerini, zihinlerini filmler ve romanlarla rahatlıkla ele geçirebiliyorsunuz. Bu konuda o kadar fazla örnek vardır ki, ancak birkaç tanesini anlatmakla yetinmek mecburiyetinde kaldım. Yayılmacı-sömürgeci devletler-şirketler, işlerini gayet sağlam yapıyorlar. Yalnızca toprakları, yeraltı ve yerüstü zenginliklerini ele geçirmeyip, daha önemlisi insanların zihinlerini, beyinlerini de işgal ediyorlar. Öyle olmasa, bugün İngiltere'ye gönülden bağımlı "Commonwealth" devletleri diye bir grup olur muydu? Ama işte var. İkinci Dünya Savaşı'nda attığı atom bombalarıyla harap ettiği Japonya'nın gençleri ABD'ye tapınma derecesinde sevgi duyarlar mıydı? Ama işte genç Japonlar, ABD için deliriyorlar. Çinliler, Koreliler, Japonlar, Afrikalılar isimlerinin önüne mutlaka bir Amerikan adı ilave ediyorlar, ki Anglo-Saksonlara olan muhabbetlerini gösterebilsinler.

Seyredilen film ve dizilerle alakalı, okunan kitaplarla ilgili olarak internetteki web sitelerini takip eder, izleyici ve okuyucu yorumlarını özellikle okurum. Ülkemizin okullarda fazla eğitim almış cahil gençleri, sömürgeci güçler tarafından kendilerine empoze edilenlerden başka birşey bilmiyorlar. Çünkü oyunlardan tutun da, çizgi filmler, sinema filmleri, diziler, romanlar, hikâye kitapları, çizgi romanlar, animelerin tamamı aynı kaynaklardan beslenen "üretilmiş" eserler...

Nasıl ki, dünya üzerindeki "tohum ve tarım" sektörü dört dev şirket tarafından kontrol ediliyorsa, sinema, edebiyatta da durum aynı. Üç-beş tane şirket sinema, televizyon, edebiyat, basın-yayın sektörlerini kontrol ediyorlar. Sonra siz buradan feryat edin: "IŞİD-ISIS ile Müslümanların bir ilgisi yoktur." Adamlar her film ve dizi filmlerinde mutlaka bu isimleri zikrederek, Müslümanları kötü gösteriyorlar. Son örnek, 2018 yapımı, yönetmenliğini yahudi Ben Stiller'ın yaptığı "Escape at Dannemora" dizisinin birinci bölümünün 09.30'uncu dakikasından: Karı-koca arabayla sabahleyin işe giderken, radyodan da haberleri dinliyorlar. Haber şöyle: "Yobaz Müslümanlar Paris’te bu sabah Fransız hiciv dergisi Charlie Hebdo'ya terör saldırısı düzenlediler. Olayın uzun süredir planlandığı biliniyordu. Dergi yakın zamanda, yasak olmasına rağmen Muhammed Peygamberi karalayan bir çizim yayımlamıştı." İşte bu kadar. Haberi oluşturan kelimeler o kadar özenle ve itham edici şekilde seçilmiş ki, başka söze hacet kalmıyor. Suçluyor, mahkûm ediyor ve cezayı kesiyor. Eh, sizin silaha aynı silahla karşılık verecek gücünüz olmayınca, adamlar vurdukça vuruyorlar. Bizim Kültür Bakanlığımız da "millî ve yerli" olduğunu zannettiği saçma sapan yapıtlara (bunlara eser demeye dilim varmıyor) milyonlarca lira destek vermeye devam ediyor.