İyiniyetli Suçlular

Oslo Emniyet Müdürlüğü Cinayet Masası Şefliği'nden emekli olan Bjarne Möller, arkadaşı dedektif Harry Hole'a bakarak konuştu. "Kanunun işlemediği zamanlarda devreye giren ve üstümüze düşeni yapmak isteyen küçük bir gruptuk. Hukuk sistemi ağındaki gedik yüzünden birçok suçlunun serbest kaldığını söyleyenler var. Aslında alakası yok. Hukuk sisteminin ağı öyle ince ve sıkı ki, küçük balıklar yakalanıyor ama büyük balıklar o ağı delip geçiyor. İşte biz o ağın arkasındaki ağ olmak, köpekbalıklarını da durdurabilecek büyük ağ olmak istedik. Grubumuzda sadece polisler değil avukatlar, siyasetçiler ve bürokratlar da vardı; toplum yapımızın, yasalarımızın ve hukuk sistemimizin, Norveç sınır kapılarının açılmasıyla birlikte ülkemize akın eden uluslararası organize suç örgütleriyle başa çıkmaya hazır olmadığını görebilen insanlardık. Polisin suçlularla eşit şartlarda mücadele edebilme yetkisi yoktu. Bunun için kanunların değişmesi gerekiyordu. Biz de gizlice hareket etmeye karar verdik."

Sis bulutunun içine bakan emekli polis Möller başını iki yana salladı. "Ama kapalı, gizli saklı, iyi havalandırılmayan yerlerde çürüme olur. Polis kuvvetlerinde de birtakım mikroorganizmalar türedi: Bunlar, önce hasımlarımızla başa çıkabilmek için onlarla aynı silahlara sahip olmamız gerektiğini ve bu silahları kaçak getirmeye mecbur olduğumuzu söylediler, işimizi yapabilmemiz için gerekli parayı bu yoldan elde etmemiz gerektiğini söylediler. Tuhaf bir paradokstu bu ama itiraz edenler mikroorganizmaların dizginleri ele geçirdiğini çabucak fark ettiler. Sonra hediyeler başladı. Başta ufak tefek şeyler... Teşvik niyetine, diyorlardı. Hediye kabul etmemenin 'işbirliği yaptığını göstermemek' anlamına geleceğini ima ediyorlardı. Aslında bu, çürüme sürecinin yeni bir safhasıydı sadece; insan yoldan azar azar öyle bir çıkar ki, durumu ancak boğazına kadar pisliğe batınca fark eder. Ve çıkış yoktu. Hakkımızda çok şey biliyorlardı. İşin en kötü tarafı, biz 'onların' kim olduğunu bilmiyorduk. Küçük hücreler şeklinde organize olmuştuk ve birbirimizle ancak gizlilik yemini etmiş birinin aracılığıyla haberleşiyorduk. (Silah kaçakçılığı yapan) dedektif Tom Waaler’in bizden biri olduğunu, silah kaçakçılığı işini organize ettiğini bilmiyordum; hatta Prens kod adlı birinin varlığından bile habersizdim. Ta ki sen ve ortağın dedektif Ellen Gjelten keşfedene dek... İşte o zaman, asıl hedefimizden saptığımızı anladım. Epeydir tek hedefimizin kendi ceplerimizi doldurmak olduğunu anladım. Yoldan çıktığımı da... Ellen Gjelten gibi polislerin öldürülmelerinde suç ortağı olduğumu da... Bir gün artık dayanamadım. O dünyadan çıkmak istedim. Bana çeşitli seçenekler sundular. Çok basit seçenekler ama kendim için korkmuyorum. Korktuğum tek şey aileme zarar vermeleri."

Dedektif Harry Hole "bu yüzden mi kaçtın?" diye üsteledi.

Bjarne Möller başıyla onayladı. "İnsanın adaletin merkezinde olduğunu zannederken, birden yönünü şaşırması ve tam da mücadele ettiği 'şeye' dönüşmesi... Kahramanı suçludan ayıran şey, nüanslar ve belki de tesadüflerdir."

*

Buraya kadar okuduklarınızı Norveçli polisiye roman yazarı Jo Nesbo'nun "Kurtarıcı" (orijinal ismi Frelseren) adlı eserinin son bölümünden iktibas ettim. Emekli polis şefi Möller bizim için ne kadar da bildik birşeyler anlatıyor: Adaleti sağlamak için iyiniyetle yola çıkan bir grup insanın aradan geçen zamanda "savaştıkları suçlular kadar pisliğe bulaşmaları" ve sonunda başlarına gelen felaketler...

1980 askerî darbesinden önce de Türkiye'de bu çeşit organizasyonlar vardı ama onlar kime çalıştıklarını bilmeseler de "siyasî maskeler" ardında hareket ederlerdi. 1990 ile 2005 arasında bu illegal yapılanmalar daha çok "mafyatik" özelliklere sahipti. 2000'li yılların ortasından sonra Fetoşçu hareket çok güçlü şekilde sahneye çıktı ve devamını zaten biliyorsunuz. İktidarıyla, muhalefetiyle, yabancı elçiliklerle içiçe hareket eden FETOCULAR şimdilerde yara almış gibi gözüküyor, "bittiğini iddia eden" bazı Tayyip Erdoğan yalakaları varsa da vaziyet hiç de öyle değil... Erzurumlu papaz, Amerikalı babalarından aldığı emirler doğrultusunda "örgütünü" yeniden ayağa kaldırmak için her türlü herzeyi yiyecektir.

Bu arada az sayıda "pişman" olan örgüt üyelerinden birine sorsanız, yukarıda okuduğunuz Norveçli emekli polis şefinin söylediklerine benzer cümleler kuracaktır. Tabii hiç birşey tek başına gerçekleşmez. Toplumsal, ferdî, ailevî, maddî, manevî, idealist pek çok unsur biraraya geldiği için bu "iyiniyetli suçlular" pisliğe bulaşıyorlar. Genellikle de sürekli olarak "benim gibi" adaletsizlikten ve muhakeme mekanizmasının çalışmamasından şikâyet edenler illegal yollardan "adalet sağlamaya" kalkışıyorlar. Kendi vicdanımla başbaşa kaldığımda düşünüyorum da, ben de devletin silahlı kuvvetlerine mensup bir memur olsam ve etrafımda gördüğüm adaletsizliklere isyan etsem, kesinlikle "bu çeşit bir örgütlenmeye" dâhil olurdum, hem de gözümü kırpmadan...

Çünkü polisler hırsızı-katili-dolandırıcıyı-rüşvetçiyi-tecavüzcüyü vs. yakalıyor, mahkeme serbest bırakıyor. Canını dişine takarak suçluları yakalayan polisin psikolojisini düşünsenize... Bu işi çözmesi gereken Tayyip ve avanesi ise "insanı severiz..." teraneleriyle milleti kandırıyor. Halbuki devlet idare edilirken, insandan önce "adalet" önplanda olmalıdır. Bu gidişle de adaleti sadece filmlerde ve romanlarda göreceğiz herhalde? Çünkü Tayyip de iktidardan düştükten sonra Türkiye'yi büyük bir kaos bekliyor. İster CeHaPe, isterse başka bir parti iktidara gelsin geleceğimiz karanlık...