Herkes İçin Adalet

Ama adalet terazisi bir türlü doğru tartmayı başaramıyordu. Bundan bizim kadar Avrupalılar da şikâyetçiydiler fakat "kanun" kanundu. Bu hususu şahane şekilde eleştiren birkaç sinema filmi dahi yapıldı.

Türkiye Cumhuriyeti ilan edildiğinden beri, halkın her kesiminin, her çeşit etnik unsurun en büyük şikâyeti hep "adliye sistemi"nden olmuştur.

Devlete "yeni şeklini veren" lider kesiminin ihdas ettiği, resmî ismi İstiklâl Mahkemeleri, gayrimeşru adıyla Devrim Mahkemeleri’nin kapısından içeri kim girdiyse, zanlılar ya idam sehpasına veya hapishane hücrelerine gönderildiler. 1920'li yılların ortalarından sonra Türkiye'de uzun müddet can ve mal güvenliği hiç olmadı. Toplumun büyük kesimi korku ve endişeyle yaşadı. Hatta devrim liderlerinin yakın çevresi bile bu tedirginlikten muaf olamadı, çünkü ne zaman, nerede, kimin, hangi suçla itham edileceği meçhuldü.

1970 ilâ 2000 seneleri arasındaki dönem de, Cumhuriyet'in ilk devrine benzer şekilde "korku dönemi" idi. Karakola, mahkemeye ve cezaevine yolu düşenlerin sonunun ne olacağı hiç bilinmezdi. İnsanın başına "her türlü şey" gelebilirdi, hatta cesedi bile bulunamayabilirdi.

Sonrasında Avrupa Birliği'ne Uyum Yasaları diye bir kanun topluluğu, çok kısa müddet içinde TBMM'den "geçirildi". Bu kanunlar güya "insan hakları" temel alınarak tertip edilmiş ve bir süredir de Avrupa ülkelerinde test ediliyordu. Fakat kantarın topuzu veya terazinin kefesi bu defa da "öbür" tarafa kaydırılmıştı: Suçluların hakları, mağdurlardan daha fazlaydı. İlk yıllarda biz Türkiye'de bunu pek farkedememiştik çünkü eskiden karakolun önünden geçmekten bile çekinen Türk insanı, artık bir polis gelip de kendisine birşey sorduğunda "memur bey, bunun için savcılıktan müsaadeniz var mı" diyebiliyordu. Ne büyük nimetti!

Bir süre sonra anlaşıldı ki, bu AB Ceza Kanunları yüzünden adalet terazisi bir türlü doğru tartamıyordu. Bundan bizim kadar Avrupalılar da şikâyetçiydiler fakat "kanun" kanundu. Hatta bu hususu şahane şekilde eleştiren birkaç sinema filmi dahi yapıldı. Mesela 2013 yılı Belçika yapımı "Adalet Peşinde - Het Vonnis" filmi buna güzel bir örnektir. Filmde ekmek almak için girdiği dükkânda hiç uğruna öldürülen bir kadının katilinin yakalanması ve katilin bir "usûl hatası / bürokratik bir yanlışlık" neticesi serbest kalması anlatılır. Bu durumu hazmedemeyen ve adalet arayan koca da intikam için katilin peşine düşer. Katili bulup da cezasını verince, bu defa kendisi maalesef suçlu durumuna düşer.

 

Huzur İçin Adalet İstiyoruz

Avrupalıların çok fazla karşıkarşıya geldiği bu tip hadiseler için verilecek örnekler çoğaltılırken, günümüzde ülkemizde de durum farksızlaşmıştır. Örneğin, polisin suçüstü yaparak yakaladığı 20 yaşındaki bir hırsızın 65 (yazıyla altmışbeş) sabıkası olmasına rağmen, çıkarıldığı ilk mahkemede hâkim tarafından "adlî kontrol şartıyla" 66. suçunu (yoksa 67 mi oluyor?) işlemesi için yine serbest bırakılmasına ne demeli? 20 yaşında, 65 sabıkası olan bir suç makinesi ve korunmasız durumdaki halk yani biz.

12 Nisan 2019 günkü taze bir adliye haberi daha: Gaziantep’te hırsızlık yaparken yakalanan 18 yaşındaki B.Ç.’nin daha 3 (üç) gün önce bıçakla bir arabayı gaspetmekten mahkemeye çıkarıldığı anlaşıldı. Kar maskesi takarak, bıçak tehdidiyle arabayı gasp eden zanlı B.Ç. mahkemede yargıç tarafından adlî kontrol şartıyla serbest bırakılmıştı. Şimdi yeniden suç işledi.

Çok merak ediyorum, B.Ç.’nin maske takarak bıçakla arabasını gasp ettiği şahıs kendisini serbest bırakan yargıç olsaydı, bu yargıç yine aynı kararı mı verirdi? Ya da B.Ç. kendisini serbest bırakan yargıcın evini soymuş olsaydı, karar yine aynı mı olurdu?

Peki, bir aileyi bilerek, planlayarak ve isteyerek katleden bir kişinin savcı tarafından "ağırlaştırılmış müebbet cezası" ile yargılanmasına başlanıp, aradan geçen muhakeme safhasında 15-20 sene cezayla kurtulmasına ne diyelim? Bu katil de en fazla 7-8 yıl içerisinde gene serbest kalacaktır. İnfaz yasası, iyi halden dolayı, ağır tahrik, şartlı tahliye; hiç biri olmadı mı bir seçim öncesi çıkarılacak "genel af kanunu" ile hop yine dışarıda... Sonra yine eline alacak bir silah, birkaç masumun yine canına kıyacak.

Hâlbuki hırsızlık yapan birinin bir eli kesilse, (mesela diyorum canım, burası Arabistan mı, öyle birşeye kim cesaret edebilir, hele de 21. yüzyılda) bakın bakalım o şerefsiz hırsız eli kesildikten sonra bir daha kimsenin malına el uzatır mı?

Ya da katil olduğu kesin olan birini Sultanahmet Meydanı'nda sallandırsalar, başka katil adayları birilerinin canına kıymak istediğinde bir fren yapmazlar mı? Türkiye Cumhuriyeti modern, laik, falan filan bir devlettir, burada kimse idam edilmez değil mi? Hayret, peki, suçsuz yere idam edilen, kurşuna dizilen yüzlerce kişiye ne demeli? “Devrim Mahkemesi” niteliğinde kurulan, sonra TC'nin kurucularına karşı gelen suçlu, suçsuz herkesi en ağır şekilde cezalandıran mahkemelerin verdiği idam hükümleri ve infazları neydi? Şaka mı? Haydi, siyasi yönden tehlike arzettiği düşünülen şahıslara verilen cezaları bir nebze olsun anlamak mümkün de, Erzurumlu Şalcı Bacı'nın veya İskilipli Âtıf Hoca'nın suçu neydi? 1939'da Konya'da sırf Kur'ân-ı Kerim öğrettikleri için idam edilen 4 hafıza ne demeli?

Bu ülkede milyarlarca insanın iman ve ibadet ettiği Allah'a hakaret etmek serbest, örnek olsun diye söylüyorum, Kemal Atatürk'e veya Cumhurbaşkanına ya da şehrin valisine hakaret etmek yasak! Bkz: Piyanist Fazıl Say, Allah'a ve halkın dinî değerlerini alenen aşağıladığı için yargılandığı dâvâdan dolayı beraat etti. Kaynak: Bütün gazeteler, haber siteleri, ajanslar. 7 Eylül 2016.

 

Adamına Göre Adalet

Scarabaeini cinsinden bir yaratık olan Ertuğrul Özkök, 10 Nisan 2019 günkü Hürriyet gazetesindeki köşesinde "bugünlerde Fazıl Say konseri için Tokyo'da olacağımdan..." yazmış. Özkök, otelci Kültür Bakanımız ile beraber; ateist, müfteri, saygısız, Platyhelminthes, terbiyesiz piyanist Fazıl Say ile beraber konser için Japonya'nın başkenti Tokyo'ya gitmişler. Bu şahısların masrafları da tabii ki dinî değerleri alenen hakarete uğramış olan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ödedikleri vergilerden karşılanmış. İşte size Tayyip Erdoğan adaleti! Fransızlar'a, İsrailliler'e karşı şahin iken, yerli malı sanatçı maskeli din düşmanlarına karşı sessiz. Sonra da iktidarını sürdürmek için bizden oy istiyor. Akparti’nin alt kadrolarını yerden yere vuran ücretli tetikçiler de "Reis hatadan münezzeh... Bir lider kolay mı yetişiyor? Cumhurbaşkanına sahip çıkalım" cinsinden güzellemeler yazarak, maaşlarının devamını istiyorlar.

 

Hani 15 Temmuz kalkışmasından sonra (251 masum vatandaşımız şehit oldu ya, işte o hadise) Cumhurbaşkanı Erdoğan halka yaptığı çeşitli konuşmalarda “siz isterseniz idam cezasını yeniden getiririz” dememiş miydi? Bkz:

Ne oldu idam kanunu? TBMM’ye niçin getirilmedi, Erdoğan “bunun için de referandum yaparız” diyordu, öyle bir halkoylaması yapıldı da bizim haberimiz mi olmadı?

Eğer suç işleyen "hatırlı" bir kişiyse Türkiye Cumhuriyeti'nde, daha doğrusu bu dünyada (çünkü Avrupa, Amerika, Japonya fark etmiyor) korkmasına gerek yok. Parayla, pulla, şantajla, hatır ile ya da başka türlü yollarla cezadan kurtulmak mümkün. Bu nedenle bazı insanlar intikam almak için ellerini kana buluyorlar. Sonra da adaleti kendi elleriyle sağlamaya çalışan o zavallılar da gitsin cezaevine. Bu mu adalet?

Hani diyorum, Avrupa Birliği kanunlarından ötürü memleketimizde de ceza kanunları adaleti sağlamaktan çok, mazlumu eziyor ya... Bu duruma sesini çıkarmayan sayın Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan'ın ayağına bir gün bir çivi batsa... Mesela diyorum canım, hemen ciddiye almayın; acaba o çiviyi ayağa batıran şahsa ne olurdu? Neden mi böyle düşünüyorum? Yine hafızalarınızı biraz yoklayın bakalım. Bir sabah Cumhurbaşkanımız TEOG sınavını kaldırın diye hükümete emir vermişti de, millî eğitim bakanı alelacele hazırladığı bir kanunu TBMM’den geçirerek 3 gün içerisinde kaldırmamış mıydı? Söyleyenlerin yalancısıyız ama halk arasında yaygın kanaat şöyle: Torunu istedi, dedesi de TEOG sınavını kaldırdı. Bkz: https://www.youtube.com/watch?v=9c1erlJPe1E

Bir yıldan beridir Giresun Eynesil'de can veren 11 yaşındaki Rabia Naz'ın feci ölümü çözülmüyor. Kızının başına gelenleri araştıran baba Şaban Vatan sanki suçluymuş gibi adliye koridorlarında sürünüyor, üstüne üstlük bir de akıl hastanesine yatırılmıştı. Yine 12 Nisan 2019 günkü bir habere göre “Hâkimler ve Savcılar Kurulu, Şaban Vatan'ın, kızı Rabia'nın ölümüyle ilgili soruşturmada "müfettiş incelemesi yapılması" yönündeki talebi doğrultusunda inceleme başlatmış.” Bir neticeye ulaşılacağına ben inanmıyorum fakat yine de hiç yoktan iyidir.

Bu kadar hadiseden sonra ise Eynesil ilçesinde son mahalli seçimi acaba kim kazandı dersiniz? Tabii ki, CHP'nin adayı Ahmet Latif Karadeniz. Halk "mademki sen kazayı yapan hatırlı kişiyi cezalandırmadın, öyleyse ben seni cezalandırırım" diyerek sayın Cumhurbaşkanımıza büyük bir mesaj verdi. Tabii ki anlayana...

 

Not: "Masal Anlatan Filmler" ve "Halkı Ahmak Zannettiniz Ama Değiliz" yazılarının devamını da yazacağım inşaallah. Şimdilik bu kadar.