Dünya düzeni Suriye ateşinde

Uçuşa yasak bölge oluşturulması ve dış müdahalelerin önünün açılması konusu gündeme geldiğinde, BM Güvenlik Konseyi’nin ne denli demokrasiden ve hukuk anlayışından uzak, çarpık bir yapıya sahip; ne denli reforma muhtaç olduğu bir kez daha gözler önüne ser

Suriye’de Beşşar Esed’in çoluk çocuk demeden halkına sıktığı kimyasal silahlardan bütün Dünya etkilendi. Yaşanan insanlık dramı ve halkın özgürlük mücadelesini ağır silahlarla yapılan katliamların diplomasi yoluyla bitirilmesi ümidini bitirdi; reform yapılarak ülkenin düze çıkarılması ve rejimin demokratik hale getirilmesi konusunda kendisine duyulan son umut kırıntılarının da üzerine düştü aslında kimyasal bombalar…

Bosna Hersek’de olduğu gibi en gaddar katliamcıların Tıp doktoru olan kişiler arasından da çıkabileceğini gösterdi. Beşşar Esed'in göreve gelmesiyle, yıllarca kesif baskılar altında yaşamış ve katliamları yaşamış Suriye halkı da, Beşşar konusunda, tüm dünya gibi umutlarının son kırıntılarına yedi kimyasalları… Esed bindiği dalı kesen katliamları esnasında kimyasal silahlarla siyasi intiharında “Altın vuruşu” yaptı nihayetinde...

23 Ocak 2012 tarihinde timeturk.com'da yayınlanan "Suriye ateşinde aydınlanan dünya" başlıklı yazımdan bazı bölümleri alıntı yapıyorum. Bugünkü durumu daha net anlamak için bir yıl önceki yazıya bir göz atalım…

------------------------------------------------

“Arap Baharı’nın yaşandığı diğer ülkelerden ilham alarak, 15 Mart 2011’ de haklarını elde etmek ve taleplerine ulaşmak isteyen kitleler harekete geçti; Şabiha denen güvenlik birimi, elini Suriye halkının alışık olduğu şekilde kana buladı. Şabiha, insanların eklem yerleri ve dillerini kesmeye, adı bölgede zulüm ve işkenceyle anılan İsrail’in dahi bugüne kadar yapmadığı, örneğini sergilemediği, bazılarını burada dile getirmeye dahi dilimizin varmadığı, zulüm ve işkenceleri kendi halkına, muhaliflere ve hatta onların masum çocuklarına uygulaması sonrası halk ayaklandı. Sloganlar sertleşti, en uç noktaya varacak kadar çağrılar ve talepler arttı. Bu halk hareketleri, cinayet ve işkencelerin halkı korkutamadığını gören rejimi adeta şoke etti.

Birleşmiş Milletler, ayaklanmanın başlamasından bu yana beş binden fazla kişinin öldüğünü tahmin ederken, Beşşar adeta babasının yoluna girdi ve babası Hafız'ın 1982'de Hama'da 20 binden fazla kişiyi iki haftada öldürmesi gibi, Beşşar da kendi adına zamana yayılmış katliamı sürdüyor. (Bir yıl sonra bugün katliamlarda öldürülen kişi sayısı 120.000 den fazla - yazarın notu)

Suriye’de şu son 11 aydır olup bitenler, silah kullananlar olduğu bahanesiyle, halk kitlelerinin, evlerinin, dükkanlarının, şehirlerinin topyekun imha edilmesi ve ezilip geçilmesini amaçlayan vahşice harekat, Dünya’yı ayağa kaldırdığı gibi, rejim ordusunda da çözülmelere yol açtı. Vicdanlı insanlar karşı saflara geçtiler. Türkiye’nin himayesinde faaliyetlerini sürdüren Suriye Ulusal Konseyi’nin askeri gücü haline gelen Hür Suriye Ordusu, Rejimin halka yaptığı zulümlere dayanamayıp ordudan ayrılan Suriye askerlerinden oluşuyor.

Hür Suriye Ordusu’nun, ağır silahlarla donanmış Esad’ın Ordusu’nu mağlup etme ihtimali çok zayıf; en azından uçuşa yasak bölge oluşturulmadığı takdirde bu çok zor.

Uçuşa yasak bölge oluşturulması ve dış müdahalelerin önünün açılması konusu gündeme geldiğinde, BM Güvenlik Konseyi’nin ne denli demokrasiden ve hukuk anlayışından uzak, çarpık bir yapıya sahip; ne denli reforma muhtaç olduğu bir kez daha gözler önüne serildi. Suriye ateşinde aydınlanarak, sorunlu yapısı ve reforma muhtaç hali ortaya çıkan kurumların ilki ve en büyüğü BM oldu. BM Güvenlik Konseyi üyelerinden Rusya ve Çin’in veto açıklamaları, Suriye sorununu zorlaştıran en önemli etken olarak gündemdeki yerini koruyor.”

“Bölgenin ve Arap Birliği’nin durumunu ortaya koyması bakımından, asıl önemli olanıysa Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Hamad bin Casim söyledi: “Arap Aleminin hali içinde bulunduğumuz durumdan daha iyi olsaydı, Suriye konusunda yapacağımız çok şey vardı. Suriye’de akan kanın bir an önce durdurulması için Suriye yönetiminin gerekeni yapmasını temenni ediyoruz”. Yani, sorunu çözmek üzere oraya giden “Arap Birliği” üyesi ülkeler kendi aralarında parçalanmışlık halinde ve antidemokratik yapılarıyla “Arap Baharı reformlarına muhtaç” halde…

“İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT), Suriye'deki halk hareketinin ortaya çıkmasından sonra, Suriye yönetiminden siyasi anlaşmazlıkların ılımlı bir diyalog süreci içerisinde çözüme kavuşturulması ve gerekli reformların hayata geçirilmesini talep etti ve saldırılar kınandı. Bu kadar. İİT'nin BM benzeri kapsamlı bir uluslararası kuruluşa dönüştürülmesinin gerekliliği bu hadiseyle birlikte bir kez daha kuvvetle hissedildi.

NATO da bundan iyi değildi. Suriye'de bazı protestocuların gösterilerde, “NATO nerede?” şeklinde pankartlar açmasına rağmen, Genel Sekreter Anders Rasmussen, ekim ayında örgütün müdahaleye “hiç niyetinin olmadığını” diplomatik nezaketin de dışındaki ifadesiyle açıklarken, Suriyeli protestocular için hayal kırıklığı oldu.”

Reform fırsatını kaçıran Suriye rejimine karşı neler yapılabilir? Petrolü olmadığı halde Esed rejiminin dış dünyada Kaddafi rejiminden fazla dostu olduğu, yaşananlar çerçevesinde ortaya çıktı.

Öncelikle İran, Suriye yönetimini Lübnan'a geçiş koridoru sağlaması, Hizbullah'a gönderdiği para, silah ve danışmanlarını İsrail'e çok yakın yerlere konuşlandırmasına müsaade etmesi açısından müttefiki olarak görüyor. Mezhep yakınlığı olması ve “Bahar rüzgarları” kendisine de ulaşır diye endişe duyduğu için Suriye rejimine ciddi destek verdiği biliniyor.

İlginç bir şekilde, Rusya ve Çin de benzer düşüncelerle genel olarak Arap devrimlerine, özel olarak da Suriye'deki demokratik çabalara karşı tavır aldılar. Rusya’nın Suriye’de Sovyetler Birliği döneminden bu yana bazı imtiyazları olduğu biliniyordu. Bu yüzden her iki ülke de Birleşmiş Milletler toplantısında Suriye rejimini kınama tasarısını veto ettiler. Batı ise İslamcılar gelir diye Esed rejiminin devrilmesinde Libya'daki kadar istekli görünmüyor.

… “Oysa, Beşşar Esed ülkesini yıllardır işgal altında tutan İsrail’e karşı ciddi bir mücadele sergilemediği ve daha çok kendi halkıyla savaşmaya meyyal siyaseti nedeniyle, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Kiminle savaşacaksın ve savaşıyorsun? Kendi halkınla mı? Ölünceye kadar savaşacak idiysen, senin ülkenin 44 yıldır işgal altında bulunan Golan Tepeleri’ni kurtarmak için niye savaşmadın?” eleştirisine maruz kalmıştı.”

Dosluk çerçevesinde Esad’ın reform çalışmalarına Türkiye’nin barışçıl katkı sunma ve bu yönde teşvik etme arayışı, Suriye halkına yapılan dehşet verici zulümler karşısında son buldu. Bu noktadan sonra Türkiye, Esad Yönetimi’ne en sert çıkışları ve karşı duruşu sergileyen ülke oldu. Türkiye, Suriye’li mültecileri himaye etmek için “Çadır kent” kurdu ve Suriye toprakları içinde beş kilometrelik “Tampon Bölge” oluşturulmasına destek verdi. “Suriye Ulusal Konseyi”ne ve onun silahlı gücü olan “Özgür Suriye Ordusu”na merkezlerini kurarak, Suriye Rejimiyle olan mücadelelerini Türkiye’den yönetmelerine izin verdi.”

“Amerika’nın bölgeye bakış açısı, Obama işbaşına geldikten sonra değişti… Amerika, Bush yönetiminin Irak'a yaptığı gibi tam bir askeri müdahaleden kaçınacak ancak gerekli durumlarda, Libya örneğinde olduğu gibi sınırlı ve dolaylı müdahalelerle çözüm arayışına gideceğini, politik yaklaşımları ve söylemleriyle ortaya koyuyor.”

Birleşmiş Milletler'den, Suriye konusunda kınama kararı dahi çıkarılamadı. Güvenlik Konseyi’nde 5 daimi üyeden Rusya ve Çin, kendilerine tanınan “Veto Hakkı” nı Suriye rejiminden yana kullanarak, sivil halka ne olursa olsun, Suriye'ye karşı herhangi bir Güvenlik Konseyi kararını veto edeceklerini açıkladılar.

Suriye’de yanan ateş, bu ülkeyle birlikte Dünya’nın ve bazı kuruluşların da acziyetini, çarpık yapıları ve bu tür durumlara yeterince hazırlıklı olunamadığını gözler önüne serdi. Yine bazı ülkelerin konuya nasıl insani bakış açısı ve ahlaki değerlerden uzak, salt stratejik kaygılar ve ulusal menfaatleri açısından yaklaştıkları herkesin malumu oldu. Otoriter Suriye Rejimi’nin tutar tarafının olmadığı biliniyordu, artık içerden ıslahının mümkün olmadığı da anlaşıldı. Arap Birliği, İslam İşbirliği Teşkilatı, Nato gibi kurumların bu tür olaylara müdahale noktasında yetersiz kaldığı ve kendilerini her gün değişen konjonktür çerçevesinde reforme etmeleri gerekliliği ortaya çıktı. Nihayet bu tür durumlara müdahale edebilecek en yetkin kurum olan Birleşmiş Milletler’in eksiği gediği, antidemokratik ve adil olmayan yapısı Suriye ateşinde aydınlandı, bir kez daha gözler önüne serildi.

Öyle ki, bütün devletler BM’deki temsilcileri aracılığıyla bir konuda karar alsa, Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinden biri bunu kabul etmeyip “Veto” etse, tüm insanlık aleminin o konuda aldığı kararın hiçbir anlamı kalmıyor. Suriye konusunda da bu yaşandı. Tüm devletler, “Demokrasi ve özgürlük mücadelesi veren” ve bunun dışında başka hiçbir kötü emeli olmayan Suriye halkının dramını sahiplendi. Tüm Dünya ülkeleri, Kendi halkından beş bin insanı öldüren, (bugün için 120.000 den fazla kişi öldürüldü-Yazarın notu) binlercesine işkence eden Suriye Yönetimi’nin, kınanması yönünde BM’de kınama kararı çıkarılması yönünde harekete geçerken, Rusya ve Çin bunu veto edeceklerini açıklayınca tüm insanlığın bu kararı geçersiz sayıldı.

Demokrasi bunun neresinde ve Adalet neresinde?

Sözgelimi Rusya’da yada bir başka BM daimi üyesi ülkede, kamuoyu tarafından elli kişiyi öldürdüğü bilinen bir grubu, hükümetteki bir bakan veya güçlü bir holding, “Bu kişiler bizim korumamızda, yargılanmalarını ve cezalandırılmalarını veto ediyoruz” diyebilir mi? Kamuoyu bunu kabullenir mi?

Yada aynı ülkelerden birinde, ülke meclisinin kahir ekseriyeti sağlayarak aldığı bir kararı, icra organının bir üyesi “Veto” edebilir mi? Kamuoyu bu konuda nasıl tepki verir?

Oysa, BM Güvenlik Konseyi daimi üyelerinin dahi kendi ülkelerinde asla kabul etmeyecekleri antidemokratik ve hukuksuz bu uygulamaları, söz konusu “Dünya Demokrasisi” ve “Dünya Hukuku” olunca, kabul edip benimsemeleri, Dünya kamuoyunun gözünün içine bakarak uygulamaları, akıl ve mantıkla değil ancak “Güç sarhoşluğu” yla izah edilebilecek bir durum. Suriye’de beş binden fazla masum insan öldürüldü. “İnsanlığa karşı işlenen suçlar” kapsamında bu yaşananlar, ancak birileri çıkıp bu vahşeti uygulayanları “Veto Himayesi” ne alabiliyor ve hukuki açıdan Dünya’nın eli kolu bağlanıyor.

BM’nin 1945 savaş sonrası konjonktüre göre şekillenen ve galip devletleri öne çıkaran bu yapısı, “Dünya Demokrasisi” ve “Dünya Hukuku”nun önünde ciddi bir engel değil midir? BM’nin 1945’lerdeki konjonktüre göre oluşan yapısıyla 2012’nin Dünya’sını yönetirken acziyeti, Suriye’de ve Dünya’nın farklı bölgelerinde “Veto şemsiyesi” altında haksız yere akan oluk oluk kan misali, ortaya dökülüyor… İnsanlık olarak, önümüzdeki dönemde daha yaşanılabilir bir Dünya’da yaşamak istiyorsak, cevabını samimiyetle vermemiz gereken soru şu aslında: “Gücümüzü hak ve adalet ölçülerimiz doğrultusunda mı kullanacağız; yoksa, hak ve adalet ölçülerimizi güce göre mi belirleyeceğiz?”

Galiba İnsanlık Alemi olarak, demokratik tepkimizi ortaya koymak suretiyle, Dünya’yı saran ve pek çok hayırlı açılımı beraberinde getiren “Bahar Rüzgarları”ndan yeni bir bahar daha çıkarmamız gerekecek.

Birleşmiş Milletler Baharı

--------------------------------------------------

İşte, o günkü yazımız bu şekilde son buluyor. Sahi ne değişti o günden bugüne… Esad öldürmeye, katliamlarına devam ediyor, BM Güvenlik Konseyi daimi üyelerinin kendi aralarındaki kirli çıkar anlaşmaları bozulmasın diye Rusya’nın Esad’ı himayesine göz yumuluyor.

Dünya bundan daha çirkin hale getirildi aslında… Suriye’de öldürülen 10.000 civarında on yaşın altındaki masum çocuğun kanı ellerine bulaşmış Esed’e sağladığı mutlak destek ve himaye sebebiyle Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, “Tarih” önünde tıpkı Beşşar Esad gibi “Bebek katili” damgası yemesi kuvvetle muhtemeldir… Hal böyleyken Putin, “Uluslararası Dünya Halklarının Manevi Birliği Akademisi” adlı “Tuhaf kuruluş” tarafından Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterildi. Akademiye göre Rus lider, Suriye krizinde alternatif çözümler üreterek bütün bölgeyi etkisi altına alacak kanlı bir savaşı önlemiş! Son derece trajikomik bir durum…

Bundan daha kötüsü de var. Halkının üzerine varil bombaları ve hatta kimyasal bombalar yağdıran Esed, Kimyasal silahları önleme kurumuna Nobel ödülü verilmesini alaya alarak, “Kimyasal silahların üretimini durdurduk ve olanları da Amerika’ya teslim ettik, Nobel barış ödülü asıl bana verilmeliydi” dedi.

Bugünkü çarpık haliyle BM Güvenlik Konseyi, kendi halkına yönelik katliamları soykırıma dönüşen Esed’e barış ödülü verse kaç kişi şaşırır?!

husamettinpiraz@gmail.com