Üç Meselenin Yenisi

Şimdi, Burada, Hazır

- Demek “Yeni Türkiye”den hoşlanmıyorsunuz.
- Evet hoşlanmıyorum.
Bu sözüm, benimle aynı sıra muaheze edilen insanların tedirginliklerini tetiklemeye yetmişti. Eğer ilkin onlar ifadeye çekilselerdi “bu adamla bir hesap sorulmayı kabul etmiyorum ben” diyeceklerdi her biri. Fakat ne ki buraya toplatılmamız benim yüzümdendi işte o sebeple benden başlanıyordu istintaka. Ve tenkitçilikleriyle ancak ve sadece kendilerine hayranlık hazzına meyletmiş oldukları kadarcık suç işledik itirafnamesine fırsat verilmemiş durumdaydılar. Onların muhtemel müeyyidelerden korunmalarını daha doğrusu af için yalvarma alanı açıp ahmaklıklarına geri dönmelerini sağlayabilirdim. Madem agah ve vakur duramayacaklardır, taşıyamayacakları belli olmuş şu yükü sırtlarından atmalarına yardımım dokunsun en azından diyebilirdim. Öyle de yaptım.
- Güzel yanları da var hani. Henüz mü demeliydim yoksa!.. Mesela İstiklal Marşı, hâlâ mesela Türkiye tabelası asılı durmakta.
- Türkiye, Türkçe, Türk üçü birbirinden mütevellid ve müvelled, değil mi?
- Şaşırtıyorsunuz beni. Demek ki “Yeni Türkiye”ye siz de inanmıyorsunuz. Siz de bencileyin düşünüyorsunuz. Bakınız bu beyanınız yanım sıra derdest ettiklerinizi biraz rahatlattı.
- Düşündüğüm doğru. Bizde hiç kimse düşünmez. Gerçi neye kafa yorduğumuza bakarsak birbirimize emsaliz, fakat kafalarımız aynı olmadığı için o şeyi aynı şekilde düşündüğümü sanmayınız hemen. Yine de ben düşünen az sayıdaki insandan biriyim. Düşünmek yasaktır Yeni Türkiye’de. Ve düşünenlere kapılmak daha daha yasaktır. Benden başkasına düşünmek ve bana da kendi düşünüşüme kapılmak yasak. Ha, bu arada… size kapılanlara sıvışma yolu açmanız da boşadır, çaba harcamayınız.
- Bana kapılan falan yok. Yanım sıra getirdikleriniz indinde ben kendilerinde hoşlanacakları yansıma aradıkları bir aynayım ancak.
- Olsun. Cezalandırılmaları için yeterli bir kabahattir bu yaptıkları.
- Şefaatçi olacak değilim zaten onlara. Şifaları sizde. Bende değil. Merakımı giderin siz rica edeceğim: Düşüncenize kapılmayı kendinize yasaklıyorsunuz, bu niye yasak olsun!
- Çünkü düşünmek eski bir meşgaledir. Kapılmak da eski bir meşgaledir. Düşünceye kapılmak halleri arasında en yasak olan da kendi düşüncesine kapılmacadır. Eski kalmaları işimize gelir. Keza Yeni Türkiye tabirimiz bu sebepledir.
- Düşünüp taşınan Türkiye’nin… sizin tabirinizle eski Türkiye’nin fevka’l-adelikleri ispat edilmiş olan şeyleri var.
- Fevka’l-adelikler diyorsunuz. Bizim için tek fevka’l-ade sadece “yepyeni olandır”. Diğer, bütün cemahiriyesiyle “epeski”dir. Ve biz “eskinin” düşmanlarını yepyeni olarak yaratmaktayız. Onları eskiye düşman olduklarını bile müdrik olmaksızın yepyeni olarak yaratmak için Yeni Türkiye’ye azmetmişiz. Yani dediğiniz harikalar yine de “eskide”dirler. Kaldı ki eskideki mükemmelleri hepten tehlikeli sayıyoruz. Kapılıverirlerse düşünürler insanlar, düşünürlerse kaptırıverirler kendilerini eski içinden bir yeni icadına. Oysa bir “yepyeniyi” irade ediyoruz.
- Şu halde “yepyeniden başka” hülya, “yepyeniden başka dava” reddedilecektir.
- Hah tam da öyle.
- Kabul ediyorsunuz yani. Türkiye “yeni ile ahmaklaştırılmış” bir yer olup işinize yarayacaksa bu, düşünmediği sayede hüviyetine yeniyi yeğ bulmaya şartlandırılmış modernetikleri çoğaltarak olacak.
- Evet. Siz ve ben o yepyeni olan şeyi yavan, geçici, uçucu, hazzi, materyalik sayabiliriz. Ama bunlardan başkasının Türkiye’ye teklif ettiği bir fayda, zenginlik, rahatlık, tatmin var mı, yok.
- Tabi meşakkatsiz fayda uğruna insanlıktan feragat etmişsiniz çok mu! Güzel bir merada hep uysal hayvanlar…
- Tastamam öyle. Siz kızgın ve insanlığınız kırgın olarak böyle söyleseniz, sanki Yeni Türkiyeli sizden ve zevk-i seliminizden anlar mı? Anlamaz, anlamazlar.
- Vatan, Millet, Sakarya. Çoğunluğun nazarında fasarya bunlar, angarya angarya nazarınızda. Kendinizden tiksinmiyor musunuz? Madem düşünebiliyorsunuz hâlâ, niye mefhume-yi âlî veya dava-yi kutsiye adına yeni keyfiyetler icadetmiyorsunuz?
- Siz hakikati imal etmekten bahsediyorsunuz.
- Ama siz gerçeğin ve geleceğin temellükünden bahsediyorsunuz, öyle mi? Diyelim ki sizin tarifinizce öyleyim. En azından düşünmek kadar eski değil kabul ederseniz.
- Etmem. Düşünmek kadar eski değil elbet. Ama yine de eski. Gerçeğin ve geleceğin temellükü tarifinize gelince, evet, tam da öyleyiz.
- Size yeni falan değil, yutturulabilir dolma icatlar lazım esasen.
- Tamam. Kabul. Fakat bu kadar açık olmanız gerekmez. Yüzümüze yüzümüze vurmadan konuşalım lütfen.
- Tek Millet, Tek Vatan, Tek Devlet şiarları ne oluyor peki, bunları… bu eski şeyleri yepyeni Türkiyeniz’e nasıl oluyor da yakıştırıyorsunuz?
- Onlar da eski. İtirazım yok. Fakat biz sadece yepyeni ile yetinmiyoruz. Bir başka istinadımız da var: Eskimez Şeyler. Bu saydıklarınızı eskilikten kurtardık biz.
- Hani hakikati imal sizin işiniz değildi!
- Bunların hakikat olduğunu kim söyledi size! Belki sadece size hakikat onlar. Bizim tek hakikatimiz var: Fayda. İşimize yarayışlı ise falanca eski, biz onu hemen “eskimez şeyler”, “mütemadiyen yeni olanlar” cüzdanına atarız.
- Hangi bütünün cüzdanı, fayda bütününün yepyeni cüzleri yani.
- Evet. Hiç şüphesiz.
- Kime fayda kime yeni!
- Öncelikle biz yeni kuruculara faydalı. Ve şartlandırımacılığımıza faydalı. Nihayet tebaamıza faydalı. Kime yeni diye de sormuştunuz değil mi, söyleyeyim.
- Ben söyleyeyim, gerekirse lafı alırsınız benden.
- Yok yok ben söyleyeyim. Yanınızda mevcutlu tutukladığımız şu insanlara bi’şeyler anlatmaya çalışmanız beyhude. Zaten anlamazlar. Onlara bir ipucu verip müdafaalarını inşa etmeleri mümkün olur sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Şu anda tek dertleri affedilmek veyahut en hafif cezaya çarptırılmak. Buradalar ama sizi işitmezler. Kulakları bi’tek bana açık şimdi. Siz yapmayı, çatmayı, kurmayı, seçmeyi, savunmayı, dikkati, rikkati icabında tadil etmeyi veya reddetmeyi koyuyorsunuz önlerine. Onlar kazanmayı bilmezler. Hazırı isterler.
- Onları… şimdiyi, buradayı, hazırı onlara isteten de sizsiniz lakin.
- Neyse. Dediniz ya, “yutturulacak dolma”. Onlardan kimse şikayetçi değil. Dertten kaçıp istikrara koşuyorlar. Bakın şöyle yani. Dünyamız, bizim ülkemiz daima yepyeni olacak. Zaten yeni Türkiye’de herkes yeni. Bi’tek siz ayak diremektesiniz. Aslında kendinize karşı direniyorsunuz. Siz cesareti kendinize hamlediyorsunuz. Aldous Huxley bile sanki Yeni Türkiye’yi takrir etmiştir Cesur Yeni Dünya kitabıyla. Ha Yeni Türkiye ha Cesur Türkiye demelisiniz.
- Ne diyordu?
- Ne diyecek! “Çelik olmadan araba yaratamazsınız”. Yeni olmadan Türkiye’yi yaratamazsınız.
- Bi’de ben ekleyivereyim size yakışacak şöyle bir tane söz: “Şebeke olmadan da şehir yaratamazsınız”.
- Ağzınıza sağlık. Türkiye istikrara kavuştu sayemizde. İnsanlar dertsiz. Tamam herkesin zaman zaman yaşadığı nedretler olmuyor değil. Ama yoksundukları şey her ne ise ondan ne vazgeçmeleri ne de temin için kahrolmaları gerekiyor. Ki artık “bekleyen muradına eriyor”. Mahrumiyeti kanıksamaları da gerekmiyor, gidermek için didinmeleri de.
- Kereminizden emin olarak teşebbüsten geri duruyorlar, çünkü öyle şartlandırılıyorlar tarafınızdan, değil mi?
- Dahası var hem ma’sunlar hem muaf. Hiçbir mükellefiyetleri yok. Hazza iştiraki de bir müeyyide bir kırbaç saymayacaksınız umarım.
- Yani ağıldaki mezbahalık sükuneti.
- Direncinizi motive etmeniz için kendinize hakaret ediyorsunuz azizim. Yapmayın böyle. Şöyle düşünün…
- Hani düşünmek yasaktı!
- Canım söz temsili getiriyorum düşünün derken. Siz şahsiyet peşindesiniz ya alın size demokrasi. Masun ve muaf kılan mekanizmamızı onlar kendi reyleriyle yaşatıyorlar. Seçtikleri idareyi irade ediyorlar işte. Ölmüyorlar, tedavi oluyorlar. İstediklerini bulup alabiliyorlar. Nereyi canları çekerse gidebiliyorlar. Refah içinde rahat ediyorlar. Ne öğrenmek isterlerle öğrenebiliyorlar. Ne galibiyet ne mağlubiyet, hırs da yok mahzunluk da. Mükellefiyet yok. Kimseye bakmak, terbiye etmek yok. Kimsenin size bakmasına muhtaç değilsiniz, kimsenin terbiyesine mecbur değilsiniz. Amme içindesiniz. Fena fi’l-amme. Ne sakınca ne çekince ne kıskançlık ne üstünlük ne alçaklık hiçbiri yok. Çok da ağır gelen bi’şey karşısında türlü türlü afyonlar da var önlerinde. Yemedikleri ardlarında. Hamasetle avunmak isteyen buyursun, avarelikle avunmak isteyen buyursun. İcatçılıkla avunmak isteyen buyursun. Meşguliyetle avunmak isteyen buyursun. Doysun, dolsun, boşalsın. Herkes birbirinin emsali. Kimse diğer birinden üstün, kıymetli, nadir, önce, sonra, kıyı kenar değil. Çocuk bakmak yok. Bakarsan da ücretini al. Ana-baba, akraba taşıma. Taşırsan da keyfin bilir, lakin gerek mi kalıyor. Keza herkes aynı ayarda. Her 4-5 senede bir olmak üzere bu eşitliği herkes birbirine ibraz ettiriyor. Dolayısıyla kimse kimseyi muaheze etmemekte mutabık. Evlatlık, kardeşlik, ahbaplık yapmak farzı mülgadır aralarında. Zira onları ilga eden hemdenk ve hemcins reylerde mezcolunmuşluk var. O yükler “sosyal semayeye” havale edildi. Makinalarda ve mekanizmalarda mündemiçtirler artık.
- Ulvi olan aşkın olan, sanat maharet, hirfet yok. Kendini bulduğu, kendinden derin ve engin olanı kattığı hiçbirşeyleri yok insanların.
- Onların hepsi hazza kalbolundu.
- Saadet, huzur, vakar, agahlık…
- Onlar meşakkat varsa var. Meşakkat kalkınca ortadan sanata da şahsiyete de mahal yok.
- Haz dediğinizi satın almak için ne büyük bir bedel ama.
- Evet bedeli bunlar. Fakat cebr ile olmadı ki, razı herkes. Ayrıca eğlence ve duygulanım için filmlerimiz var, nümayişlerimiz var, içtimalarımız var, yarışmalarımız var.
- Arz sadece size münhasır.
- Taleple yaşar arz ama.
- Sizinki ne arz-talep ne icap-kabul halveti. Siz bunları fesada uğratmışsınız.
- Bir hüviyet edinmek karşılığında ızdırap, kaos, kriz, günah, iğrenç ne varsa yani her türden açlık doğuran şeylere karşı durmak ve bi’de aynı sıra sürur, ahenk, düzen, sevap, zevk inşa etmeye çabalamak lazım sizin tarafınızdan bakınca. Biz bunları kaldırdık ve dolayısıyla sanata, büluğa, kendi’yi inşaa nihayet irfana lüzum kalmadı.
- Savaş şartını ileri süren mi var barış için? Siz ifsattan başka iftiraa ve ihtirafa dayandırıyorsunuz iddianızı. Biz “gerek”, “geçer”, “gerçek” amediyle “yerinde” ve “yeterli” istinadı davasını işleterek insanın kaderine duhul etmesini tercih ediyoruz.
- Hazzın yüce bir yanı olduğunu söyleyen var sanki! Ama çok yarayışlı. Ve yarayışlı olduğu için de doğru. Millet de yarayışlı olanı istiyor. Kala kala da size beyefendi size hanımefendi halt etmek düşüyor.

yazının devamı için mausunuzu bu satıra tıklatınız

Yazarın Diğer Yazıları

Şehir, Yönetimin Konusu Değil Yönetenin Ta Kendisidir

Aday Seçilen

Murat - Mürted - Mir'at

Para Nedir?

Siz Yazmış Olun

Niye Bu Hale Düştük?