Şahih Fesheder Sahihi

“Onlar” ihtar ile tektir ile terbiye ediyorlar, “diğerleri” kah tekmil veriyorlar kah istisna talep ediyorlar.

Şahih Fesheder Sahihi
Mustafa Amir Yılmaz, "Makkase Rakkase", Mayıs 2018, Beykoz

Bahil adam, tamahı yolunda aklını yemiş serseri. Serbest yani bir başa bağlı olmayıp kendi başına şeriate bağlanan adamı serseri ve serseriyi serbesti sanmak hatası “baş başa bağlı baş şeriate bağlı” ilkesinin feshine yol açar. İşte o yolu açan adama, o yola yollanmış adama şahih (bahil) denir. Halinin farkında bile değildir çoğunluk.

Ve halinin farkında olmayan diğerleriyle birlikte çoğalırlar. Şahih adamların ilk hasılatı da daimi hasılatı da sahih olandan, essah olandan, sahici olandan yağmaladıklarından tahsil ettikleridir. Bunları kullanarak kendilerine iktidar kuran müfsitler için onları gizleyen, saklayan perde çekmek, açmak işten bile değildir.

Onlar… yargılamak, yönetmek, güçlenmek, itaat edilmek isteyenler. Diğerleri… onlar ile yaşamalarına ve başarılı olmalarına izin verilmesini isteyenler. Bu iki zümre -İsmet Özel’in deyişiyle- “istediğini Allah’tan isteyenler”i sevmezler ve bunları aralarında istemezler. Eşşah essahı sevmez, istemez.

Le Parisien Gazetesi’nde miladi 2018 senesinin Nisan ayının 21’inde bir manifesto neşredildi. “Ben de imzalıyorum” diyenlerin isim listesi vardı manifestonun altında. 300 kadar Fransız imzalamış. Manifesto özetle şöyle idi: “Fransa’da inançsızlar, hristiyanlar ve yahudiler müslümanların cana kasteden taarruzuna maruz kalıyorlar. Fransız politikacılar Fransız tabiyeti verilmiş müslümanların oylarını kendilerine tercih ettirmek adına bu taarruzların önünü alacak tedbirleri ihmal ediyorlar. Bu yoldaki ilk tedbir olarak Kur’an’daki şiddet ayetlerinin ve hristiyanlık, yahudilik hakkındaki karşıtlık ayetlerinin yok hükmüne atılmasını istiyoruz. Öyle bir kutsal metne inanlara güvenemeyiz. Daha önce Vatikan’ın İncil’deki tutarsızlıkları ve yahudi karşıtlığını kaldırdığı gibi. Fransa İslamı’nın açılımını bekliyoruz.” dediler.

Bu hem işmar hem ikaz tamiminin peşinden iki tavır zuhur etti müslümanlar cenahından. Kah Fransa’dakilerden kah dışındakilerden. Biri, “müslümanlar bu manifestoya uygun davranıp hem gayr-ı müslimlere muvafakat ederler hem onlardan razıdırlar, karşıtlarının karşılarında yer alırlar” diyenlerin beyanında tebarüz etti. Diğeri “Kur’an’ı tahrif edebileceğinizi mi sanıyorsunuz sizi gidi faşistler sizi, İslam terörü emretmiyor, meczupların cürmünü üstümüze atmayın” diyenlerin beyanlarında tebarüz etti.

“Onlar” ihtar ile tektir ile terbiye ediyorlar, “diğerleri” kah tekmil veriyorlar kah istisna talep ediyorlar.

Süleyman Demirel Türkiye Cumhur Reisi iken hemen hemen iki sene boyunca miladi 1997-99 yılları zarfında “ahkam ayetlerin hükmü kalmamıştır, onların yerine vazettiğimiz yasalarımız var, kaldırılmışlardır, irticacılık yapmayın” deyip durmuştu. Ve müslümanlar adına tekmil vermişti dünyaya. O ayetlerin kaç tane ayet olduğunu bile bildirmişti. “Verdiğiniz sayıya göre demek ki kaldırılmamış ahkamıyla İslam şeriatı kısmen cari yani Türkiye’de, öyle mi!” diye ne muaheze eden çıktı ne de “hangi ayetler imiş onlar söyleyin anlayalım küfrümüzün delillerini bilelim” diye muhavere açan oldu. Bu da “diğerleri” zümresinden bir örnek tabi. Bu örneğin tazammunundaki “onlar” zümresini teşhis edebiliyor muyuz?

2010 miladi yılı itibariyle Türkiye’de tekrar hızlandırılan Anayasa değişikliği çalışmaları esnasında Meclis Başkanı iken Cemil Çiçek çok manidar şeyler söylemişti; mealen zikredelim: “Cari olanı mevzuata rabtetmektir bu çalışmalar, zaten uluslararası adalet divanları, insan hakları mahkemeleri ve sair takrir ve takdir makamlarını en üst adli ve hukuki mercilerimiz olarak kabul ettik biz.”.

Bu üç örnek, aralarında ortalama onar sene geçirdiğimiz birer menzil teşkil ediyorlar. Üçünde de demokratik insiyakların ve o insiyakların rabtolunduğu pozitif/materyalist umdelerin merkeze alındığını kolaylıkla teşhis edebiliyoruz.

Din olarak bildikleri şeyleri hayatları haline getirmeye kendilerini yetkin, hazır sayanlar var dünyada. Ya da hayatlarını din haline getirmede maharetli insanlar var dünyada. Bu başarının göstergesi kendinde muhtar ve etrafına karşı kavi olmaktan okunur. Bu okuma ise “başaran sayesinde” mümkündür fakat. Başarı, başaranı gösterir yani esasen. Müslümanlar üzerine, müslümanlar hakkında lakin müslümanlar aleyhine bir başarı kaydedenler var dünyada. Çünkü din olarak bildikleri şeyleri hayatları haline getirmeye niyetli bir müslümanı göstermiyor hiç bir gösterge. Yok keza öyle bir müslüman dünyada. Olsaydı eğer Le Parisien mezkür bir manifestoyu neşredemezdi. Çekinirler miydi bilinmez. Ama gereğini ileri süremezlerdi o kesin. Eğer öyle bir müslüman olsaydı Süleyman Demirel’in ve Cemil Çiçek’in sözlerine mesnet teşkil edecek bir manzara zuhura çıkamaz mıydı peki! Bilmiyorum. Fakat şu kesin ki o manzara şıpın işi kotarılmadı. Öyle müslümanların dünya hayatından tardedilmesi yolunda epey zaman harcandı ve epey uğraşıldı.

Mezkür manifestonun ileri sürülen bir gerekçesi var çünkü manifestonun imzacılarının sözünün kendi üzerlerinde de geçerli olmasını isteyen hayli kalabalık bir müslim nüfus var o manifestocuların ülkesinde hayatlarını süren. Din olarak bildikleri şeyleri hayatları haline getirmek azminden düşmüş müslümanların güne gün “istediklerini Allah’tan isteyen müslümanlara” galebe çaldıkları bir ülke zuhur ettiği için Süleyman Demirel ve Cemil Çiçek gibi insanlar Cumhur Reisi ve Meclis Başkanı olageldiler dünyada.

Şartlarına kayıtlı nizam için kafa yoranlar halinde yaşıyor artık -eli ayağı düzgünce- gördüğünüz müslüman. Kalanı ise ancak lafta müslüman. Fransa’dakiyle Türkiye’deki arasında düzgünlük vasfı farkı ise sadece birinde müstemlekeden müstemlekeciye göçmüş olanla müstemleke edilmesi tehir edilmiş yurdunda mukim olan arasındaki farktır, o kadar. Türkiye bu şartların kayıtlamasına boyun eğenlerin ülkesi yani. Fransa ise hayatları din olarak kaydedilecek her şartı ta baştan kabul edenlerin yaşadığı bir ülke. Ne o ülkenin ne bu ülkenin müslimlerinin hayatlarını tanzim etmek gibi bir dertleri variddir tam manasıyla. Çünkü istediklerini Allah’tan isteyen yok aralarında. En fazladan söyleyebileceğimiz, “gavurlaştığımızı sandırmak” numarası çektiğimizdir. Gavurlaştığımızı sandırmak numarasıyla geçirdiğimiz seneler dünyadaki bakiyemiz arazilerde yaşayan müslümanların hiç umurlarında olmadı. Ama gavurlar o numaramızı da yutmadılar. Yine de istimlak için aceleci davranmadılar. Handiyse “gavurlaşmak öyle olmaz böyle olur” terbiyesini sıkılaştırdılar, kötek kattılar işlerine ve büyük rüşvetler.

Üleştirildikçe çoğalan rüşvetler öyle etkili oldu ki, mucitleri bile şaşakaldılar. İhale üleştirmece, arazi üleştirmece, memuriyet üleştirmece, unvan üleştirmece, marka üleştirmece yoluyla çoğaltılan türlü türlü rüşvetler gavurlaştırılmamızı öyle hızlandırdı ki İblis’e bile talim olurcasına hani. Zemin üleştirmece, sema üleştirmece…

Bu rüşvetçilik Türkiye’de gavurlaştırmacılık yolunda mesafe aldıran bir tarz-ı siyaset olarak işletilmeye layık imiş ispatlandı. Sair ülkelerdeki müslümanlar ise istedikleri her şeyi istimlakçıdan istemeye layık olduğunu ispat yarışına girmeye can atmaları yolunda terbiye edildiler. Gerçi hiç farkı yok, ha müstevlinin yerlisinden birisiniz ha işi gücü işten güçten başka her şeye benzetilmiş bir oyalanma içinde müslümanlarsınız. Hepiniz insanın 30 yaşına kadar evlenemez duruma düşürüldüğü bir hayatın her şeyini beğeniyorsunuz. Boğazımıza kadar ahlaksızlığa battığımız o hayatta zinakarlığın sebebinin üniversiteleşmek ve mesleksizleşmek olduğunu ise beğenileriniz perdelediği için göremiyorsunuz.

Bi’de oy vereceksiniz bu hayatın küçük büyük müteahhitlerine!.. Allah sizi benden kurtarmış kurtarmasına da beni sizden ne zaman kurtaracak o güne muntazır yaşıyorum işte.

Asgari ücret diye bir şey tutturmuşlar hepinizin kulağına ayrıca, sen seni senden kurtarsın diye uğraşa uğraşa öldüreceksin kendini hatta. Türkiye’deki müslüman olarak; işgücü kademelerinin ilkinin ve işgücü yaşının en düşüğünün mezcedildiği bir mikyasa dayansan ve şu yevmiyeden aşağısı o mikyasa vurulmaz desen neyse. Ama sen 17’sindekine de 57’sindekine ve 27’sindekine de vasfı olana da olmayana da “ücret narhı tatbikatına” itaat ediyorsun. Ama onu da bulamayanlar var yolundan razı geliyorsun. “Ne biçim insansın sen rezil herif” diyor Türkiye’deki hemcinsine Fransa’daki müslimi münkiri bütün insanlar aslında. Kendi hali birazcık ehven ya; hakkını koruyabiliyor olduğuna ve haysiyetli yaşadığına delil oluyor o ehven!

Münkirin zimmeti kısmet bilmesi anlaşılır bi’şeydir de müslimin Fransa’da ve ora emsal diğer ülkelerde ve hatta kendi ülkesinde zimmeti nasibet bilmesi çok anlaşılır bi’şeydir: Nifak ehli. Hadi biraz hafif söyleyelim: Şahih. Şahihi sahihe tercih edenin kültürü mü olurmuş! (23 Mayıs 2018)

Yazarın Diğer Yazıları

Şehir, Yönetimin Konusu Değil Yönetenin Ta Kendisidir

Aday Seçilen

Murat - Mürted - Mir'at

Para Nedir?

Siz Yazmış Olun

Niye Bu Hale Düştük?