İstenir Şey, Mümkün Şey, Gerekli Şey

Başına ne iş açtın / Bu işi başımıza sen açtın / Artık işimiz başımızdan aşkın / Hadi görelim işi baştan başlatın.

Beşeriyetin İstanbul hali eğer yaptıklarınızdan ve sakındıklarınızdan övünerek söz ederken sözünüze kattığınız bir karine teşkil ediyorsa sizin ahlakınızdan ve aklınızdan müsbet bir bahis açılması kabil olamaz. Binaenaleyh istikbale ve istiklale dair açtığınız her davayı bir istismar ve istimal tezgahı olarak tefrik, teşhis ve tesbit eder böylesi övünmeler. Dahası şehrimizin bu hali geri zekalılığa, eblehliğe bile sığmaz bence. Yağma azmi muvacehesinde her şeyi vesile dolabı, ve düşmanlık azmi icabıyla hiçbir fırsatı kaçırmama hırsını işaret eder. Bu işaret, havası resmederken avamın hali ise tam bir nobranlık, aymazlık ve çirkeflikten ibarettir.

Gelgelelim herkes ne yapıp yapmayacağını iş başa gelmeden önce bildiğini sanıyor. Bu bir zan değil belki hakikattir diyeceksiniz. İstanbul’un haline bakınca buna hakikat diyemiyorum ben. Aksi halde İstanbul’un zilletini ve hatta izmihlalini de müsebbiblerinin rezilliğini de hakikat olarak kabul etmek gerekir. Zaten ilmetmek halletmekle itminana merbuttur. İstanbul’da ne haltettiğimiz meydanda madem, ne yaptığını ve ne yapmadığını iş başı öncesinde ve iş sonunda hem emsal bildiğine hal-i hazırı delil gösteriyorsa hâlâ İstanbullu keyf bağışlıyor nefsine demektir.

Hakikat zuhur eder etmesine lakin zahire ve tezahüre hakikat demeyiz hemencecik. Bir görünme yeri (mazhar) ve öyle görüneni (müzahir) vardır şeylerin hakikat içre. O şeylerden ne birine ne topuna birden hakikat demeyiz, keza tabiata hakikat diye kapılmamak bu rikkatimizle nasip olur bize. Zuhru, mazharı, müzahiri, tezahürü toptanıyla idrak ettiğimiz şeye tabiat deriz de hakikat niye demeyiz, çünkü nazarımıza, ıttılaımıza intikal edeni tahkik ile şartlanmak vardır tabiat için. Zira tabiat batılı, dalaleti, gafleti falan da resmeder. Mevcudat, fiiliyat ve vukuat mezkür diğer mefhumlarla beraber bütün bir tabiat elbet. Hakikatin matrahı, mastarı, mazharı bunlar. Hakikat gazaiminize bunlardan en yakışanı onun yakınını reyinize rüyetinize tebüllür ettiren vakt’tir belki. Öyle ki hakikati arayan onu vukuat içinde bulacak. Vekai yaklaşanların yaklaşması ya işte nihayet. Mevkute demiyor muyuz yaklaşmakta olana. Bir şeyin yakınlığı başka nelerin uzak olduğunu tayine de yarayışlıdır kendisiyle aynı sıra hem.

Başımıza bir şey geleceği bir iş başında olduğumuz için muhakkaktır. Başımıza ne geldiğine bakarak hakikati talim edebiliriz o yoldan zaten. Başımıza nasıl bir iş gelmiştir ki artık bütün işler… hem de ne biçim gelmiş o işin içindeki işler değil midirler!

Başımıza açılmış bir iş artık İstanbul. Bu işi başına sen açtın. Başına iş açma diyen olmadı mıydı sanki! Odunun da insanın da başına ne işler gelebileceği baştan belli. Ama odun ki odun başına kendine iş açan varlık değil. Hakeza insan. Daha doğrusu şöyle hangi işi başlatacağının açıcısı olan varlık değil. Kah halin kah fiilin ancak hangi vakte yol olduğuna delil.

Başına ne iş açtın / Bu işi başımıza sen açtın / Artık işimiz başımızdan aşkın / Hadi görelim işi baştan başlatın.

Ne ettiysek İstanbul gibi bir sonucu oldu. İstanbul’a ne ettiysek bir sonucu oldu. Diyorlar ki “biz bir mutluluk teminatı olsun diye, gönüllere rahatlık getirelim diye yaptık öyle”. Ben de diyorum ki “bu niyetiniz nereden belli, sonuca bakarsak siz yalancısınız”.

Ailenizin, emsalinizin, ahfadınızın geleceğine yatırım yaptığınızı ileri süreceksiniz. Geleceğinizi nereye yatırdınız… İstanbul’a. Neyle yatırım yaptınız?: Ömrünüzü harcayarak bulup buluşturduğunuz her neyi cevap buyursanız onu ancak paraya tahvil ettiğiniz ortada ama. Tahammül gösterdiniz, kıtmir davrandınız, cefakar yaşadınız, kah meşakkatle kah telaşeyle yaşadınız neye yaraya?: ancak paraya. Ve hiçbir şekilde sabır ile tasarruf ile fedakarlık ile alakası bulunamayan tahammülsüz, müsrif, fırsatçı insanlardan müteşekkil bir şehir peyda ettiniz ortaya. Evet siz ancak paraya yatırdınız geleceğinizi, parayla yatırdınız geleceğinizi.

Yaptığınız bu tercih hiçbir surette “mutluluk teminatı” da “gönül rahatlığı” da resmetmiyor. Ömrünüzü işte şu intacıyla malum İstanbul ile ölçmeye yanaşmıyorsunuz ille şu nihayeti bir ölçü olarak dayatıyorsunuz. Güya niyetinizi öne sürüyorsunuz ama esasen geçerli olanı işletiyorsunuz, geçerliğinizi paranız geçtiği kadar biliyorsunuz ve geleceğinize de şimdiden öyle belletiyorsunuz.

İstediğiniz şeyinizi istenir şey gösteriyorsunuz. Mümkün şeyinizi gerekli şey ediniyorsunuz. İstenir şey, mümkün şey, gerekli şey… Bu tabirler “lazım olduğunda” geçerli bir şey ise o şey hakkındaki takdim tabirleridir. Demek ki lüzumsuz olduğu zamanları da vardır mülahazasına açık şeydir o. Geçerli değilse eğer olmayıversin canım diyorsanız herhangi şeye, işte o ne gözettiğiniz ne gözetildiğiniz bir şeydir. Geçerli olduğu ve geçerli kıldığınız büsbütün belli ne şey idiyse gözettiklerinize de gözetildiklerinize de mazhar oluyor o.

Aslına kısacık ama meseline upuzun size okuttuğum bu yazım sizin kim tarafından istendiğinize, kime imkan oldurulduğunuza, kim için gereksinildiğinize bakmanıza etki etmek için yazıldı. Neme lazım cancağızım diyeceğinizi bile bile. Vaktaki İstanbul İstanbul diye diye belgesellere, hatıratlara geçen ama aranızda geçerliği olmadığı halde siyasi, askeri, idari, iskani, ticari, sınai, ilmi, mesleki övgülere hâlâ dercededurduğunuz şey ister lazım ister lüzumsuz yahut kah lazım kah lüzumsuz şey olduğu için bugünkü İstanbul bir vakıa.

İstanbul bir levazım olarak var yani. Aynı durum Mekke ve Medine, Kudüs, Şam, Kahire ilahiri için de sabittir. Eski hallerin ve bugünkü hallerin ve hem şehrinin eski ve yeni halleri ancak “geçerlik” kalıbına sığışıp kalıyorsa senin ve şehrinin gerçeğinin hakikatle değil vukuatla ünsiyeti, nasibeti var sadece.

Yazarın Diğer Yazıları

Şehir, Yönetimin Konusu Değil Yönetenin Ta Kendisidir

Aday Seçilen

Murat - Mürted - Mir'at

Para Nedir?

Siz Yazmış Olun

Niye Bu Hale Düştük?