Hedefleriniz Mi, Gerekleriniz Mi?

Kültürümüz mesleklerin hedef ve geçimin gereklik tasavvur edilmesiyle tebarüz etmiş bir kültür idi.

İkisi de. Hem hedeflerimiz hem gereklerimiz. Zira gereklerimiz hedeflerimizden mütevellittir. Yani hedefleri yoksa birinin mecburiyetleri olur ve cebraltında kaldığını idrak edemez, lakin gereklerini, geçerlerini, gerçeklerini müdrik bir insan ancak hedefi olan insandır. İsabeti agah olup olmadığına bakar ve yerinde, yeterli iş işleyip işlemediğini muayene etmeye bir kıymet verilecekse bu surette tezahür edecektir.

Diyorlar ki devlet ayrı hükümet ayrı. Diyorlar ki eş başka iş başka. Yok efendim… kardeşi Allah yaratmış ama kesesini ayrı yaratmış falan. Yine diyorlar ki dostluk (akrabalık, arkadaşlık) başka alış-veriş başka. Terbiye kabilinden bu laflar tekerlenip alabildiğine sürükleniyor. Türkçe’deki bu deyişler tekdir, hiciv, ayıplama, muaheze etme sigasında icadedilmiştir oysa. Bu lafları sürükleyenlerin bir kısmısı belki bir istisna, muafiyet, tecil-tehir ya da bir muvakkata açmaya bakıyordurlar hüsn-ü niyetle. Fakat öyle biganelikler, aymazlıklar, umursamazlıklar, bananecilikler, sorumsuzluklar husule gelmektedir ki o açıktan bir tuzak kasd-ı mahsusa kılıfı biçilip dikildiğini düşünmemek ahmaklağın âlâsıdır. Aksini ileri sürenlerin hikmetsiz hükümet iddia ettiklerini görmediğimizi sanıyor olmalılar veyahut mütecahilenin önde gideni olduklarının farkında değiller muhakkak. Keza devlet hedeftir hükümet gerekliktir; eş hedeftir iş gerekliktir; kardeş hedeftir kese gerekliktir; arkadaş hedeftir alış-veriş gerekliktir.

Bizim kültürümüz hikmet-hükümet tefrikini reddetme kültürüdür. Gelgelelim herkes kargadan başka kuş tanımaz hale gelmiş ama tek başına yaşayamayacağını ancak ziyadesiyle ducretlere, acziyetlere düşünce kabul edebiliyorlar. O raddede bile idrak edenine rastlamak pek kabil değil.

Bakınız başaşağı düşmekteyiz. Halimizi muhtelif veçhelerden tetkik ve tenkit işi farz-ı kifayeden farz-ı ayna tebdil şart handiyse. İşbu vakitlerde kültür zarfında iş ve zanaat, sınaat veçhinden tefekkür cehdine azmetmişken tetkik ve tenkit açabiliyor muyuz ahvalimize? Açıyor muyuz? Kültürümüz mesleklerin hedef ve geçimin gereklik tasavvur edilmesiyle tebarüz etmiş bir kültür idi. Ama kütür kütür kültür derken kaba aktarmacılık yapılagitmekte. Kaba çünkü acele, acemi, ham, tüketmeci. Aktarmacılık çünkü bitmiş, geçmiş, ulaşılamaz telakki edilmekte. Kaba aktarmacılık ancak çorak çırakların ve hatta kifayetsiz, pervasız, muhteris müstekbirlerin yaptıkları cümlesidir. Meslek erbabı kalmadı memleketin. Kaba aktarmacılar istila etti her meşgaleyi.

Bu tesbitlere itiraz eden, halini izah etsin kendine de görelim; sorsun hele kendine: mesleğin diplomasını almışsın ama o ana kadar o mesleğin meşgulleriyle mükellefiyet, mesuliyet ilişkin olmamış, öyle mi değil mi?

Marangozluğu mektepte öğreniyor adam! Bir ustası yok. O işin erbabı bir marangozdan öğrenmiyor mesleği, bir öğretmeni var başında ve o öğretmenin geçimi-maişeti marangozluktan değil. Kullanmayı öğrendiği alet ve cihazlar ne kendinin ne öğretmeninin. Onları tedarik ve temin etmek ikisinin üzerine vazife değil. E peki meslek bu ahvalin neresine tetabuk ediyormuş aklı olan söylesin hadi! Kuyruklu sorular bunlar efendim: bu ikisinin dört beş sene süren talim esnasında yaptıkları eşyanın müşterisi hani!

Böyle intikal ve tevarüs edene meslek mi denir? Bi’şekilde geçim edilmektedir elbet zahir. Lakin gerekleri vaz etmenin künhünde bir hedef var mı ki (!) aklınız, hikmetiniz nesilden nesle intikal etsin, etmiyor. Bu gidişle herkes birbirini ağaç kovuğunda bulmuş olacak ama kimin kavuğunu kimin fiskelediğini/tokatladığını, kimin kimi hangi koyakta terkettiğini kimse umursamayacak Allah muhafaza. Nicedir umursanmıyor gerçi. Mesleklerimizin köküne kibrit suyu ilkin fabrikalar açılınca dökülmüştü. Dökümhaneler, saraçhaneler, baruthaneler, dikimevleri, haralar ne zaman açılmıştı padişah tarafından hatırlayan var mı, işte o zamandan beri anane taşıyıcısı olan, kültür taşıyıcısı olan mesleklerimiz fenaya iteklenmekte.

Hangi iştigal alanında faaliyet arzeden kim olsa bugün çıraklığını müşteri üzerinde çıkarıyor ki buradan peydahlanan arızalar, badireler, ziyanlar, israflar işin cabası ayrıca. Bi’de bir aptallık teşvik ediliyor ki dili tutulur insanın: 30 sene 40 sene fabrika içinde öğrendiklerinizi kitaplara, kayıtlara kaydettiyseniz ancak oradan nezarete/vekalete, oradan öğretmenlere… oradan da gençlere ulaşsın diye ummakla kalacaksınız. Ne seyr ne süluk ama değil mi?!

Manzarayı resmedemeyenlere hitaben örneklerle ve sayılarla lafı açmalı mı acaba? İki üç tanesini işaret edebiliriz: kunduracılık, camcılık, kağıtçılık, dokumacılık… bu işlerin yapıldığı fabrikaları vardı memleketin. Birkaçı hâlâ var. Oralarda 25-30 sene çalışmış ve tekaüte ayrılmış onbinlerce insanımız var. O fabrikalara yakın yerlerde ikamet eden emektarlar arasından kaç tanesi mütevazı bile olsa dükkan/atölye/tezgah açmış acaba? Mesela Beykoz Kundurası markasının gevezeliğini yapan çok ama Beykoz’un neredeyse 400 km²’lik arazisinde yaşayan 250 bin insanın içinde 3 tane adamın “ayakkabı tamirhanesi” ve Boğaz’ın karşı kıyısı Sarıyer’in Yeniköy Mahallesi’nde bir tanecik “kundura imalatçısı” var. O kadar. Geçim eden yüzbinlerce insanın arasından mesleğin taşıyıcısı kimse yok, Fasoncu fabrikacıkları lafa katmaya çalışmaya ise kimse yeltenmesin. Onları katınca manzaraya hepten feci. Ne kültür ama değil mi? (02 Ekim 2018)

Yazarın Diğer Yazıları

Döndürülen Dolaplar Ve Dolaplara Doluşanlar

Şehir, Yönetimin Konusu Değil Yönetenin Ta Kendisidir

Aday Seçilen

Murat - Mürted - Mir'at

Para Nedir?

Siz Yazmış Olun