Dua, Dava, Deva, Eda

Ne dertlilere deva ne borçlulara eda, senin ettiğin ne dua ne de güttüğün bir dava, seninki var ya seninki baştan aşşa’ hava, civa.

Halimiz vasıl olduğumuz yerden memnun olmayanlar haliyse bu memlekette, razı olmadığımız halden birilerinin mesul olduğunu, o hale birilerinin vesile olduğunu biliyoruzdur herhalde, öyle değil mi? Halin vasıl olduğun yerden memnun etmiyorsa seni oraya varacağını bilerek yürümüş olamazsın yani! Siyasi istikametin murakabesi, muhasebesi ne halde ve kalde tekidli senin? Kültürünü gösterir o.

Sıhhatin bozulduğunda tedavi yolların neye benziyor, sana nereleri dolaştırıp nereye çıkarıyor seni? Kültürünü gösterir o.

Düğünde, taziyede ne giydiğin, nereye oturduğun, ne ettiğin, nasıl ettiğin, kimlerle neyi niçin ettiğin önemli tabi. Peki önemi şekil şartlarına riayetle teslim edilmiş mi oluyor, yoksa “o şekle-şarta uymak talimi” hayat memat meselelerine, izzet zillet meselelerine, millet savlet meselelerine, hayret gaybet meselelerine yönelik idmanlı olmaya mı atfendir? Nedir sizce?

Edebiyatta, sahabette, muhabbette, vecdette, necdette… ilahiri hissiyattan mütevellit sözlerimizde şuuru menzilden mihenge, baştan sona, alttan üste, o yandan bu yana, intikalden intikale sevkeden telmihleri imal, icad, keşf, takdim inşadetmede öyle kıvrak, zengin, nezih bir dilimiz var ki demin “nedir sizce” sualini tevdi edilmemiş saymalı ve “kültürünün camekanı” mesabesindeki meserretlerin ve meşakkatlerin kıymetini, kuvvetini, künhünü müdriksin bilmeliyim. Ama gerçekte öyle misin sen kendini yoklamak istersen dilde fukara olup olmadığına bak. Baktığını görmek için lisanını dile taşıyan lügatin olmalı ama. İzzeti olacak adamın yürüdüğü ve yürüyerek çizdiği bir izi olmalı yani.

Fazlası bu ve noksanı şu şu diye bir yadırgamaya, kınamaya numune gösterilemeyecek bir şey içre ve o şey üzre olmaya azimli miyiz, hah işte sen bir şeylerin künhüne ermişsin. Bir kıymetin ve kuvvetin var yani. Ama bunu müdrik misin bakalım! Değilsen yine de bir şeysin ama henüz şiirinden bahsedemeyiz lakin şiirin duanı, devanı, davanı, edanı bir tuttuğunuzun ispatıdır. Mesela diyelim ve temsil katalım sözümüze…

Borçtan kurtulmak, borçların edası hassaten Allah’tan mutat istediklerimiz arasındadır mesela. Hatta matbu, ezber dualarımızda yeri sabittir. Ama sürekli borçlanma halleri içinde akşam ediyoruz her gün. Bu iki yoldan işleklik bulan bir “yerleşik şaşkınlık”tır. Yerleşmiş bir şaşkınlık nasıl allanıp pullanıp kültür diye takdim edilir! Yani bu bir şaşkınlık, şaşırmışlık, şapşallık işte nesi kültür, neresi kültür! Bunda hem fikir miyiz, evet mi, hah… -ne dedik- iki yoldan işler bu. Biri senin avanaklığın yolundan. Yani ya münafıklığının saklanmasına yetecek kadar avanaksındır, ya da diğer yoldan… kafirin-müşriğin lehine iş yapmadıktan sonra bir güncağız bile yaşayamaz acizlik içindesin yani esareti kabul etmişsindir.

Hüviyetini bilmekten kaçan bir insan değilsen eğer kredi kartıyla ödediğiniz mevlit, cenaze, sünnet törenlerinin kapanışındaki dualarınızda, her Perşembe gecesi yatsı namazından sonraki dualarımızda, Kur’an’ı her hatmettiğimizde, her sofranızı kaldırmadan önce yaptığınız dualarımızda, her bayram namazını müteakip niyazlarımızda “Allah’ım borçlulara eda nasip eyle” diye niçin diliyorsunuz? Sürekli, kesintisiz borçlandığınız için mi öyle yoksa!

Bu bahislerden kendinizi sıyırabilseniz de kendi sayenizde olmayacak. Soğurgan, geçirgen duracağım, görmezden geleceğim sana karşı, ki, ancak kendini sıyırasın, sıvışasın. Hadi böyle yaptım. Be adam yol ağzına, ortasına, dönüşüne, geçesine arabanı bırakıyorsun ve evine gidiyorsun. Cümle aleme hizmet eden vasıtaların indirme-bindirme / yükleme-boşaltma noktalarına arabanı bırakıp gidiyorsun… bunlara da mı müsamaha edeceğiz yahu! Şiiri olan adamın bu sefillikte yeri mi olur?

Biz bu hallere bile-isteye geldiysek yahut bilerek de olsa istemeyerek geldiysek yahut bilmeyerek-istemeyerek geldiysek yahut bilmeyerek ama isteyerek geldiysek hep başka türlü bir muamele icap eder sanıyorsanız ya da itiyadınız zaten öyle kimselerden iseniz durun orada. Oradan sonra söze/size düşen söz/siz yok. Şikayet ediyor musunuz etmiyor musunuz! Müştekiyi dinledik, azgını gözledik ve her hangi ne cihetten bakılsa müşteki, azgınla müşterek mücrim çıkıyor önümüze. Ne dinleyeceğiz daha onu!

Hoşgörünün istismarından yol yürüdüler bu azgınlar diyenler var. Hoşt. Hoş görmediğinde ayağını denk alan görülmüş bi’şey mi? Hep “hoş buldun” hep hoş buldun ve birini tenkide kalkıştığında “kime telkin veriyorsun sen tutmuş musun ilkin” terslemesine uğradın. Hoş göre hoş göre ne hale geldim deme, bilirdin zaten geldiğin yeri öyle öyle. Hoş bula hoş bula, hoş ede beraberce geldin ve halini ne dün ne şimdi bildin. Yarın da yok bileceğin, aslı yok dilindeki şikayetin. Dilinde döndürdüğün; ah öyle etmeyeydin ah şöyle edeydin.

“Allah’ım dertlilere deva der gibi yaptığına inandıramıyorsun kendini bile” denir miymiş dedin galiba. Deme. Hadi halini arzet bakalım: onbeş sene okullarda yapmanın-yapmamanın talimini aldığın çeşit çeşit meslekten herhangi birinin usulüne arzet bakalım halini “deva arayan senin gibi mi yapar” gör.

Ne dertlilere deva ne borçlulara eda, senin ettiğin ne dua ne de güttüğün bir dava, seninki var ya seninki baştan aşşa’ hava, civa. (06 Haziran 2018)

Yazarın Diğer Yazıları

Döndürülen Dolaplar Ve Dolaplara Doluşanlar

Şehir, Yönetimin Konusu Değil Yönetenin Ta Kendisidir

Aday Seçilen

Murat - Mürted - Mir'at

Para Nedir?

Siz Yazmış Olun