Sarhoş Dedektifler

Mesele sadece alkolizm bataklığında çırpındıkça batan polisler değil, bir de zengin batılı toplumların ahlakî çöküşte zirveyi görmüş olmaları... Bizim ülkemizdeyse, içki içmek veya uyuşturucu çekmenin bir "modernlik ve laiklik belirtisi" olarak görülmesi.

Son bir haftada seyrettiğim filmlerin hepsindeki polis dedektifleri alkolik olunca, manzaraya biraz uzaktan baktım da dünyanın geleceği konusunda büyük yeise kapıldım. Güya kötü insanlarla ve kötülüklerle mücadele etmekle vazifeli olan polislerin kendileri pisliğe bulaşmış, hatta bataklığın dibine vurmuş durumda olurlarsa, onlardan hizmet bekleyen sıradan insanlar kime güvenip, kimden yardım istesinler? Ülkemizde vaziyetin böyle olmadığını düşünüp rahat bir nefes alsam da, bizim de "vatana ihanet içinde beyni uyuşmuş polislerimiz" olduğunu hatırlayınca, keder bulutlarının fazlalaştığını hissettim.

Sarhoş ilk dedektif, tahmin etmesi biraz zor ama Müslüman bir ülke olan Mısır'dan arz-ı endâm eyledi. 2017 yapımı "The Nile Hilton Incident - Kahire Sırları"nı seyretmeye başlarken, gerek hadise gerekse de karakter olarak karşıma böylesine ilginç bir film çıkacağını pek düşünmemiştim. Kahire'deki Hilton Oteli'nde bir fahişe öldürülür. Cinayeti soruşturması için bir komiser (Faris Faris) görevlendirilir. Maktulün sevgilisinin çok zengin ve ünlü bir işadamı olması hasebiyle cinayet hasıraltı edilir. Komiser ağzından sigara düşmeyen, karısı öldüğü için içkinin ve depresyonun dibine vurmuş bir adam. Suç mahallindeki paraları cebe indiriyor. Bunu da hasta olan babasını tedavi ettirmek için yapıyor. Velhâsıl, filmin arka planında bize "Arap Baharı" diye yutturulan provokatif halk hareketi de unutulmamış. Filmin yapımcıları Avrupa ülkeleri (Danimarka, Almanya ve İsveç) olduğu için, Mısır'daki ezilen halkın isyanına eleştirel bir bakış da mevzubahis. Çünkü artık herkesin malumu ki, Arap Baharı'nın organizatörü ABD imiş. Trump'ın başkan olmasından sonra Avrupa ile ABD'nin arası açıldığı için, senarist ve yönetmen Tarık Salih de "vurun abalıya" yapmış... Film bittiğinde de sigaradan tiksinti duyar hale gelmiştim. 

İkinci film "The Ballad of Lefty Brown - Lefty Brown'ın Türküsü" ise, ABD'nin Montana eyaletinde geçiyordu. Eyalet Senatörü Edward Johnson (Peter Fonda) öldürülünce, katilleri bulmak için maktulün sadık adamı Lefty Brown (Bill Pullman) yola düşer. Yanında da genç bir kovboy özentisi ile (yine) karısı öldüğü için alkolik olan polis şefi (marşal) Tom var. Filmin en kritik noktalarında bu sarhoş Tom yüzünden olaylar alt üst oluyor. Filmin senaristi ve yönetmeni Jared Moshe tam dayaklık bir adam. Filmi yaparken (sanki) "ben seyirciyi nasıl çıldırtırım, öfkeden kudurturum?" diye düşünerek hareket etmiş. Kısacası filmi size tavsiye etmiyorum ama sarhoş bir marşal yüzünden filmdeki hadiselerin nasıl da değişik mecraya sürüklendiğinden bahsetmek istedim.

Amerika kıtasına gitmişken orada biraz daha durayım. Sarhoşlar ülkesi desek hiç de haksız olmayacağımız Amerika kıtası kuzeyinden güneyine kadar içki ve uyuşturucu canavarlarının pençesinde inim inim inliyor. Sözümona "kötü alışkanlıklarla mücadele eden" polisler ise, uyuşturucu ve insan kaçakçılığının baş aktörleri durumundalar. Vaziyet o kadar berbat duruma gelmiş ki, bu durum sinema sanatının ürünlerine de yansıyor. Bir başka Amerikan filmi "A Walk Among The Tombstones - Mezar Taşları Arasında Yürüyüş" (bizim sinemacılar ise bu filme "Kanunun Ötesinde" ismini layık görmüşler. Kaçıncı "Kanunun Ötesinde" bu, diye soran yok tabii ki)... 2014 yapımı filmde (yine karısı ölmüş) polis dedektifi alkolik Matt Scudder (Liam Neeson) üç tane soyguncu katili kovalarken, kazayla küçük bir kız çocuğunu öldürür. Devamında ABD'deki toplumsal çürümeyi izleyip durdum. 

Amerika'dan vereceğim son örnek (bitmez ya) 2017 yapımı "Bir Dolar - One Buck" filmi. Fransa doğumlu Fabien Dufils yazmış ve yönetmiş. Filmin yapımcıları da Müslüman isimli iki kişi. Dünyada bütün meseleler bitmiş gibi, Fransa çıkışlı bu üç sinemacı gidip ABD'nin toplumsal hadiselerine bakan ve ortalamanın da altında bir film yapmışlar. Soyadları Abdallah olan o iki film yapımcısına "kardeş, sen bu filme harcayıp da sokağa attığın parayı garibanların faydasına olacak bir işte kullansana" denilse, söyleyeni sanat düşmanı ilan ederler. İşte size rezil bir dünya... Bu filmde de Louisiana eyaletinde küçük bir kasabada işlenen kadın cinayetlerini soruşturan kişi (yine karısı öldürülmüş) alkolik bir dedektif var. Filmde enteresan gelen tek bir replik oldu:

Çocuk, annesine soruyor. "Anne, parayı Tanrı mı icat etti ki, üzerinde 'Tanrı'ya Güveniyoruz' yazılı?" Hani ABD Doları'nın üzerinde "in god we trust" yazılı ya, çocuk bu nedenle sual ediyor. Sonra çocuk 1 Dolar'ın üzerine keçeli kalemle beş köşeli bir yıldız çizerek, alkolik dedektif olan dayısına veriyor. "Al, bu para seni korur, çünkü üstünde Tanrı'ya güveniyoruz yazıyor" diyor. Sonra o 1 Dolar ile beraber biz de katilin yakalanması için yaşananları takip ediyoruz. Yönetmen Dufils, kendince, farklı bir bakış açısıyla film yapmak istemiş ama becerebildiğini söyleyemem. Hele de sıradan insanların yaşantılarını gördükçe midem bulandı. Babasız çocuklar, önüne gelenle birlikte olan kadınlar, durmadan içip sarhoş olan erkekler, uyuşturucu müptelası ve rüşvetçi polisler vs.

Son sarhoş dedektifimiz Avrupa'nın kuzeyinden... Norveç'in başkenti Oslo'da görevli cinayet masası dedektifimiz Harry Hole da (Michael Fassbender) zilzurna sarhoşlar kervanından biri... Bugünlerde sinemada seyretme şansını bulabileceğiniz film, Norveçli yazar Jo Nesbo'nun aynı isimli Snomannen (Kardan Adam) romanından uyarlanmış. 2017 yapımı, Tomas Alfredson'un yönetmenliğini yaptığı "Kardan Adam - The Snowman" filminde, sevgilisinin doğurduğu oğlunu bile göremeyen sarhoş dedektifle ilk karşılaşmamız karlar içinde kalmış olan parkta olur. Buz gibi havada, elinde votka şişesiyle uyuyakalmış olan dedektif Hole uyanır ve sarsak adımlarla yürüyüp gider. Sonraki her karşılaşmamız, beyni alkol dolayısıyla posaya dönmüş Harry Hole'a acıyacağımız şekilde sonuçlanır. 

Mesele sadece alkolizm bataklığında çırpındıkça batan polisler değil, bir de zengin batılı toplumların ahlakî çöküşte zirveyi görmüş olmaları... Bizim ülkemizdeyse, içki içmek veya uyuşturucu çekmenin bir "modernlik ve laiklik belirtisi" olarak görülmesi... Sokaklarımızda uyuşturucudan ve alkolden dolayı zombi haline dönüşmüş binlerce genç varken, hâlâ içkiye ve uyuşturucuya destek veren modernlik yanlısı maskeli Batı hayranlarına öfkelenmekten başka elimden birşey gelmiyor. Kendi eliyle çocuğunun geleceğini karartan ebeveynlere ne söyleyebiliriz ki? Memleketin geleceğini karartanlara ancak acınır.