Medenî Cesaret Sahibi Olmalı

Sonra da filmin başlangıç noktasıyla bittiği yer arasındaki büyük farklılık... Seyirci olarak böylesine farklı bir finalle karşılaşacağım aklıma gelmezdi ve sonunda "keşke bitmeyip, biraz daha uzun olsaydı da, birkaç sahne daha izleyebilseydim" dedim.

Refah seviyesi yüksek toplumları diğer halk kitlelerinden ayıran bazı hususiyetler vardır. Bunlardan en başta sayabileceklerimizden ikisi "medenî cesaret ve toplumsal dayanışma"dır. Medenî cesareti olmayan şahıslar, karşılaştıkları sıradışı hadiseler karşısında hakkını aramak ya da problemi çözmek yerine, kabuğuna çekilmeyi ve gözden ırak durmayı tercih ederler. Hâlbuki kendine güveni yüksek olan fertlerden oluşan toplumlarda, kişiler ister devlete isterse de başkalarına karşı olan anlaşmazlık durumlarında haklarını arayıp, mücadele ederler.

"Berlin'de Tek Başına - Alone in Berlin" adlı bir filmi seyrettiniz mi? 2016 Avrupa yapımı (Almanya, İngiltere, Fransa) bu sinema eserinin karamsar bir atmosfere sahip olması, memleketimizdeki film dağıtım şirketlerinin ilgisini çekmemesi için yeterli sebeptir. Bu yüzden de Emma Thompson, Brendan Gleeson ve Daniel Brühl'ün başrolünde yer aldığı filme ancak internet üzerinden ulaşabilirsiniz. Vincent Perez’in yönetmenliğini yaptığı filmde; genç yaştaki tek çocuklarını askere gönderen ve sonra da İkinci Dünya Savaşı muharebelerinde ölmesi üzerine, en büyük suçlu olarak gördükleri Hitler'e karşı mücadele eden bir anne-babanın hikâyesi anlatılıyor. 

Üzüntüden dolayı kahrolan ve ne yapacaklarını bilemeyen bu ebeveyn, satın aldıkları kartpostalların arkasına Adolf Hitler'in yaptığı yanlışları ve günahları yazarak, Berlin'deki kalabalık binaların merdivenlerine, insanların yukarı çıkarken görebilecekleri şekilde yerleştiriyorlar. Öylesine bir mücadele ki, Nemrut'un ateşini söndürmek için ağzıyla su taşıyan karıncanın öyküsüne çok benziyor.

Yine medenî cesareti ve mücadele azmi yüksek bir annenin hikâyesi de "Üç Billboard Ebbing Çıkışı, Missouri - Three Billboards Outside Ebbing, Missouri" filminde anlatılıyor. Yönetmenliğini Martin McDonagh'ın yaptığı 2017 Amerikan yapımı filmin başrollerinde Frances McDormand, Woody Harrelson ve Sam Rockwell kelimenin tam mânâsıyla "döktürüyorlar". 7-8 ay önce kızına tecavüz edilerek öldürülen bir annenin, katilin bulunması için verdiği amansız mücadelenin anlatıldığı film ders niteliğinde... İrlandalı yönetmen, Amerikan toplumunu ciğerine kadar tahlil etmiş ve yaptığı analizin sonuçlarını hem senaryoya hem de filme çok nefis biçimde yansıtmış.

Aşk ve komedi filmlerinden başka birşeyin yapılmadığı ülkemizde, sinemacıların gözüne sokulacak kadar kaliteli bir film nasıl yapılırsa, Martin McDonagh da işte öyle bir film yapmış. Zaten seyirci yorumlarını okuduğumda ne çeşit bir filmle karşılaşacağımı az çok tahmin etmiştim. Yanılmadım da... Öncelikle şunu söylemek isterim: 3 tane reklam tabelasından bir film nasıl yapılır, hikâye ilerledikçe de konunun bütünlüğü bozulmadan ve değişerek başka mecralara nasıl akar, şahit oluyoruz. Öte yandan boş yere konuşmaların olmadığı ve her diyalogun senaryonun akışına nasıl olumlu katkı yaptığını görüp, izleyici olarak merakımız her geçen dakika artıyor. Sonra da filmin başlangıç noktasıyla bittiği yer arasındaki büyük farklılık... Seyirci olarak böylesine farklı bir finalle karşılaşacağım aklıma gelmezdi ve sonunda "keşke bitmeyip, biraz daha uzun olsaydı da, birkaç sahne daha izleyebilseydim" dedim. 

Sonuçta şunu net olarak ifade etmeliyim ki, betonarmeden yapılmış konforlu apartmanlarda oturarak, son model arabalara binerek, cebinde çok parası olarak "medenî cesaret sahibi ve sivil itaatsiz" kişiler olunmaz. Eğer mücadele edecek kadar cesur değilseniz ve daha kötüsü bunu da nasıl yapacağınızı bilmiyorsanız, karakter olarak gelişmiş birey olamazsınız, yaşadığınız toplum da zaten sizin gibi şahıslardan oluştuğu için "toplumsal dayanışma ve gayretten habersizlerin cemiyeti" olursunuz. Çocuğu kaybolan, öldürülen veya trafik kazasında aile ferdini kaybetmiş yahut evi/işyeri hırsızlar tarafından soyulmuş onbinlerce vatandaşımız var ama çoğunun hakkını aramak için ciddi şekilde mücadele ettiğini hatırlamıyorum. Hakkını yememek lazım, seneler önce kızını kaybeden bir baba sesini duyurmak için İstanbul'dan Ankara'ya kadar yürümüştü. Belki onun gibi birkaç kişi daha çıktı. Gerisi? Yok. Başı dara düşen kişiler, Cumhurbaşkanlığının internet sitesine girip şikâyet mektubu yazıyorlar. Oradan da sonuca ulaşabilen var mı, bilemiyorum.