Babasız Çocukların Acı Hikâyesi

Ya, hiç doğmamış olmayı isteyen çocuklar... Huzurlu bir aile ortamında büyümeyi isteyip de hiç bulamayan masum gençler... Ya, üvey baba yanında veya yetimhanelerde hatta belki de sokaklarda büyümek mecburiyetinde kalan günahsız yavrular...

John Steinbeck'in bir hikâyesini hatırlarım. Senelerdir ortalarda gözükmeyen babasını, evin bahçe duvarında oturarak bekleyen bir erkek çocuğunu anlatır. Çocuğun hayali; babası uzaktan gözükecek, kendisi de koşarak ona gidecektir. Nasıl bir hasretle bekleyiştir o?..

Bir de Trevanian'ın "İnci Sokağı" kitabında anlattığı baba özlemi vardır ki, "geleceğim" diyerek giden ve bir ömür boyu bir daha gelmeyen babaya duyulan hasret ile fedakâr bir annenin iki minik çocuğu büyütmek için verdiği canhıraş mücadeleyi anlatır.

Bahsetmek istediğim konuda memleketimizden örnekler vermek isterdim ama başımı belaya sokmak istemediğim için filmlerden birkaç misal verip geçeceğim. Çünkü ne idüğü belirsiz şahıslardan çocuk peydahlayan bazı kadınlar, yaptıklarının fuhuş olduğunu kabul etmedikleri gibi, durduk yerde bir de benimle uğraşsınlar istemiyorum. Sırf bir evlat sahibi olmak uğruna, nesebi belirsiz zavallı çocukları doğurup, "ruh hastası" olarak büyütürler de, Avrupa Birliği'ne uyum yasaları çerçevesinde onlar suçsuz sayılır, "bu yapılan ahlaksızlıktır" diyen benim gibi insanlar da adliyelerde sürünürler. Neyse...

2017 yılı Fransız yapımı mini bir dizi seyrettim geçenlerde: Türkçe ismi "Peygamberdevesi" mânâsına gelen "La Mante - The Mantis" isimli dizi filmde genç yaşta seri katil olan ve müebbet hapis cezasına çarptırılan bir kadının (Carol Bouquet) hikâyesi anlatılıyor. 25 sene önce yakalanan ve cezaevine gönderilen kadının bir taklitçisi ortaya çıkınca, Cinayet Masası şefi tarafından ondan yardım istenir. Kadının yardım etmek için tek isteği vardır: Polis olan oğluyla çalışmak... Polis oğul (Fred Testot) ise, kendisi 10 yaşındayken bir katil olarak yakalanıp cezaevine gönderilen annesine karşı çok öfkelidir. Hem görev icabı hem de âmirinin mecbur bırakması üzerine 25 yıldır görüşmediği annesiyle işbirliğini yapan oğul, soruşturma sırasında öğrendiklerinden dolayı depresyona girer. Çünkü annesi, onu, kim olduğunu bilmediği bir adamdan peydahlamıştır. Polis oğul, annesine "niçin öyle yaptın?" diye sorduğunda aldığı cevap daha korkunçtur: "Gençtim, umursamadım. Birkaç saatlik bir şeydi."

Kadın kendi birkaç saatlik zevki yüzünden bir piç doğurmuştur, daha sonra da aile içi cinsel sapkınlıklar yüzünden katil olmuştur. Bu da yetmemiş, çevresinde tespit edebildiği bütün sapıkları öldürmüştür. 8-9 cinayetten sonra polis tarafından yakalanmıştır.

Hâlbuki kadına göre önemi olmayan bir durum yüzünden yıllar sonra, polis olan oğlunun, onun karısının, yeni doğacak çocuğunun ve üvey kızının hayatı alt üst oluyor. Ve polis olan oğul bütün ömrü boyunca bir babanın şefkatini, sıcaklığını, güvenini ve özlemini çekiyor. Müthiş bir acı!

Jo Nesbo'nun romanından sinemaya uyarlanan "Kardan Adam" filminden bir enstantane

Fransa'dan geçeyim Norveç'e... Kar manzaraları içinde başlayan 2017 senesi yapımı "Kardan Adam - The Snowman" filmindeki kadınlar da, önlerine çıkan ve hoşlarına giden her erkekle beraber olup çocuk doğuran tiplerle dolu... Bu filmdeki seri katilimiz de bir başka piç. O da nikâh dışı olarak, annesi ile evli bir adamın beraberliğinden doğma, haftada bir eve gelen babasından dayak yiyen biridir. Annesi gözleri önünde buz dolu gölde intihar ettikten sonra şehre gidip okuyup doktor oluyor ve babasına olan öfkesinden dolayı "kötü" addettiği kişileri öldürüyor. Hâlbuki, onun da tek isteği var: Bir baba...

Filmdeki dedektifimiz de, evlilik dışı olarak sevgilisinden doğan öz oğluna bir kerecik olsun "ben senin babanım" diyemiyor. Oğlan da, annesinin sık sık değiştirdiği sevgililerine sanki kendisinin babasıymış gibi davranıyor. Ayrıca filmdeki maktullerden bir kadının da iki çocuğu var ve evlenmemiş bile... Kimsenin evlenmek gibi bir derdi yok. Ama çocukları düşünen yok. 

Yine İskandinav'dayız. Yer İsveç. Bron/Broen dizisinin yeni sezonu başladı. Asperger sendromu hastası dedektif Saga Noren, zaten tipik bir özgür Avrupalı kadın. Önüne gelen her erkekle yatmak onun için hamburger yemek gibi birşey. Yeni öğrendik ki, Saga şimdi de hamile. Bebeğin babası da, birlikte çalıştığı bir polis. Doğurup doğurmama mevzusunu da düşünüyor Saga. 

Kadınlardaki insafsızlık had safhada... "İstediğimle yatarım, sonra da ister doğururum, ister öldürürüm" diye düşünüyorlar. Doğurduğu zaman da çocuğu kim büyütecek? Tabii ki kreşlerdeki elemanlar. Çünkü çalışan kadınların çocuk büyütmek gibi sorumlulukları yok. Onlar yalnızca (arzu ederlerse) doğururlar. Sonrası çeşitli tesadüflere kalmış.

İngiltere'ye gelelim. "In the Dark - Karanlıkta" adlı 4 bölümlük polisiye dizinin polis dedektifi Helen de bir polis ile nikâhsız olarak birlikte yaşıyor. Sonra bir gün Helen'in gebe olduğunu öğreniyoruz. Ama tuhaf olanı, bebeğin babası da başka bir polis. Buyurun cenaze namazına... Çocuk doğduktan sonra da erkekler yoluna gidecekler, Helen de bebeği kendisiyle birlikte yaşamaya mahkûm edecek. Baba sevgisinden mahrum büyüyecek bir masum yavru daha...

Örnekleri sıralamanın bir faydası olacak mı bilemiyorum. Fakat nikâhsız beraberliklerden olan ve yetimhanelerde büyümek zorunda kalan günahsız çocukların bu hâle gelmesine sebep olan devlet adamları vicdan azabı çekmeden nasıl yaşıyorlar, anlamıyorum. Bu dünyada belki yakayı kurtarırlar ama "hesap günü" nereye kaçacaklar, çok merak ediyorum. Çünkü erkekleri ve kadınları hedonizm yani zevk-ü sefa kuyusuna yuvarlayanlar, hiç de masum değiller. Zaten gençler kısa süreli bedensel zevkleri tatmin etmek için ailelerini perişan etmekten çekinmiyorlar. Bir de kanunî boşluk olunca iş zıvanadan çıkıyor. Bencillikte sınır tanımayan, kimseyi umursamayan egoizm müptelası insanlar, genç ve güçlüyken tek başına yaşamayı ve hür olmayı tercih eden hedonistler için İngiltere'de "Yalnızlık Bakanlığı" kurulacakmış. Çünkü bencil gençlerin, ihtiyarladıklarında kapılarını çalan kimse olmuyor. Gençliğinde alabildiğine zevk içinde yaşayan insanlar, yaşlandıklarında ya bir köşede yalnız başlarına can çekişerek ölüyor ya da intihar yolunu tercih ediyorlar. 

Ya, hiç doğmamış olmayı isteyen çocuklar... Huzurlu bir aile ortamında büyümeyi isteyip de hiç bulamayan masum gençler... Ya, üvey baba yanında veya yetimhanelerde hatta belki de sokaklarda büyümek mecburiyetinde kalan günahsız yavrular... Onları düşünen var mı?

Vikingler'in Soyu Hızla Tükeniyor

Seks hürriyetini vatandaşlarına ilk tanıyan ve sonrasında bu kepazeliğin diğer memleketlere de yayılmasının öncüsü İskandinav devletleri, son 40 senedir süregelen nüfus azalması problemine bir türlü çözüm bulamıyorlar. Evlenmeden çocuk sahibi olmayı teşvik etmelerine rağmen, doğum oranı rakamları sıfırın altında... Maddi zenginlik ve alabildiğine özgür yaşamak yaraya merhem olamıyor. Başka ülkelerden gelen mültecilerin çocuklarına zorla el koyarak asimile etmekten gayri çıkar yol bulamıyorlar.

Ülkemizin de aynı bataklığa sürüklendiğine şahit oldukça, birilerinin tedbir almasında fayda var ama bunu idrâk eden devlet adamımız var mı, çok merak ediyorum. Çünkü bütün iş, kadınların insafına kalmış vaziyette… Hastanelerde doğan babası belirsiz o kadar çok bebek var ki, bu problemi farkeden biri artık çıksın.