Sürüklenen Hayatlar

En çok konuşulması gereken kitap için en az konuşacağım; çünkü okuduğum bu kitap bir baba olarak beni çok yaraladı, bir insan olarak beni çok üzdü. Ne diyebilirim ki? Söylenen son sözü Zeze zaten söyledi.

Bülbülü Öldürmek isimli kitap ilgimi hiç çekmedi. Amerikanın özgürleştiremediği siyahilerin hikayesi benden çok uzak. Bizim için dil, renk “üstünlük vasfı” hiçbir zaman olmamıştır. Kitabın hikayesi beni bir türlü cezbetmemekte; fakat çevremde gözlemlediğim olumlu intibalar ile birlikte oğlumun da okunması gereken bir kitap olarak tavsiye etmesiyle kitaba başladım. Okudukça hikayenin içine gömüldüm. Bir çocuğun gözü ile yaşanılan siyah öfkenin anlatımı, bizlere aslında insan olduğumuzu hatırlatıyor. İnsanlığı en iyi bir cocuğun yüzünde görürüz ve bunu bize en güzel şekilde bir çocuk anlatır. 

Kitabın kahramanı küçük bir çocuk. Şahit oldukları çocuk aklınca bizlere anlatılıyor. Vicdan sahibi olduğumuzu bize anlatmaya çalışıyor. Beyaz olsun ya da siyah olsun hepimize insanlığımızı hatırlatıyor. Kalıplar içinde yaşayanların bunu anlaması çok zor; çünkü kendi sınırlarımızı hakkımızda vardığımız yargılar ile oluştururuz ve bu kısıtladığımız dünyada sınırlı şartlar altında yaşamaya çalışırız. Zaman geçtikçe sınırları aşmak ise imkansızlaşır. 

Kitap küçük çocuk vasıtasıyla bizlere sesleniyor. Gözlerimizi kapatırsak siyah ya da beyaz hiçbir şeyin fark etmediğini, onların da en az kendimiz kadar haklara sahip olduğunu göreceğiz. Amerika’da hal böyle değil. Onlar için beyaz ırkın üstünlüğü vardır. Çalışma hayatında belirlenen statü adalet binasında da belirlenmiştir. 1930’ları anlatan kitap bizleri geçmişin izlerinde bırakmıyor. Duygularımıza dokunarak insanlığımızı hatırlatıyor; hepsinden öte acımasız tarafımıza karşılık vicdanımıza seslenerek kalbimizi titretiyor.

Bu kitabın etkisinden kurtulmadan “Momo” isimli kitabı okumaya başladım. Momo, sevgiyi merkeze alıyor. Fakat bu kitapta kahramanımızın mücadele ettiğine, savaştığına tanık oluruz. Momo, diğer okuduğum kitaptaki gibi küçük bir çocuktur. Eğer sevgiyi anlatacaksan, bunu en iyi çocuk ile yaparsın; çünkü çocukların yüzlerindeki sevgi henüz ölmemiştir. Momo böyle birisi. Çok fazla konuşmaz; dinler ve bakar. Karşısındakine bakar. Kendi yüzüyle bakar. Çok az şey söyler ve söyledikleri insanı işler. 

Momo’nun hikayesini ilk Mustafa Özel’in yazılarında gördüm. Alıp okumam uzun bir zamanımı aldı. Geç okumama Mustafa Özel’in kitaba iktisatçı gözüyle yaklaşması etki etmiş olabilir ama kitabın sayfalarını çevirdikçe, Momo’nun hikayesini okumaya devam ettikçe bu kitabın salt iktisat ile açıklanamayacak kadar kıymetli bir eser olduğunu gördüm.

İnsanların zamanlarının çalınmasıyla başlayan macera çocukların esaretiyle devam ediyor. Daha iyi bir hayat için çalışan insanlar gerçek güzelliğin dostlarla, çocuklarla birlikte geçirilen zamanda saklandığını unutuyorlar. Mutluluklarını ileriki günlere atıp hayatı ıskaladıklarını hatırlatmak ise Momo’ya kalıyor. Bu zannedildiği kadar kolay değil. Kötülük her tarafı sarmış ve tüm arkadaşlarını kaybetmişken bunu başarması çok zor. Para kazandıkça daha iyi şey yapacaklarına inanan kişileri ise uyandırmak çok daha zor. Size kitabı anlatacak değilim ama sadece şu kadarını söyleyeyim ki hayat denilen şey yarın yaşanan değil bugün yaşanandır.

Momo’nun elde ettiği başarının zevkiyle başladığım diğer kitap “Şeker Portakalı”ydı. Bu kitabın beni çok fazla yaralayacağını düşünmemiştim. Bir çocuğun acısı bu kadar mı iyi anlatılır, bu kadar mı güzel anlatılır? Kitap, Zeze adındaki çocuğun hikayesini anlatıyor. Bülbülü Öldürmek ya da Momo adlı kitaplarda olduğu gibi başkalarının hayatları değil Zeze’nin hikayesi anlatılıyor. Bu kitabı size anlatmakta zorlanıyorum. Nasıl yapabilirim 7 yaşındaki bir çocuğun babası tarafından, ablası ve abisi tarafından dövülürken çektiği acıyı anlatmayı. Öğretmenine boş masasındaki boş vazoya koyması için çaldığı çiçeği belki anlatabilirim. Hatta küçük kardeşine oyuncak alabilmek için koşuşturmasını, babasına bir dal sigara alabilmek için ayakkabı boyacılığı yapmasını da anlatabilirim ama göle girip yıkanmak için üstünü çıkarttığı zaman vücudundaki yara bereleri anlatmayı benden beklemeyin. Anlatamam. İzah edemem. 

En çok konuşulması gereken kitap için en az konuşacağım; çünkü okuduğum bu kitap bir baba olarak beni çok yaraladı, bir insan olarak beni çok üzdü. Ne diyebilirim ki? Söylenen son sözü Zeze zaten söyledi. Babasının bütün pişmanlığına karşın Zeze hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını söyledi. Bizdeki Türk filmlerindeki gibi. Özür üstüne özür dileyen babanın konuşmalarından sıkılan Ayşecik sehpanın üzerindeki vazoyu alıp yere çarpıyor. Tuzla buz olan vazoyu eliyle gösteren Ayşecik “Kırılan şu vazoyu tekrar birleştir. Bakalım eskisi gibi oluyor mu?” diyerek izleyicileri gözyaşlarına boğuyor. Zeze bu kadar duygusal söylemiyor fakat okuyucu anlıyor. Hiçbir şey kırılan vazoyu eskisi gibi tertemiz yapamaz. Ne kadar iyi yapışırsa yapışsın çatlaklar kalacak. Basit bir vazoyu tamir etmek bile bu kadar güçken bir insan kalbini tamir etmenin, varın zorluğunu siz düşünün.

 

 

Bülbülü Öldürmek, Harper Lee

Bülbülü Öldürmek
Yazar: Harper Lee
Çevirmen: Ülker İnce
Yayınevi : Sel Yayıncılık

 

Momo,  Michael Ende

Momo
Yazar: Michael Ende
Sayfa Tasarımı: Ezgi Gültekin
Çevirmen: Leman Çalışkan
Yayınevi : Pegasus

 

Şeker Portakalı, Jose Mauro De Vasconcelos

Şeker Portakalı
Yazar: Jose Mauro De Vasconcelos
Resimleyen: Jayne Cortez
Çevirmen: Aydın Emeç
Yayınevi : Can Çocuk Yayınları