İnsan Ne Zaman Canavar Olur?

Düşünecek çok zamanı yoktu. Kaybedeceği şeyler gözünde büyüdü, büyüdü, büyüdü ve korku tüm benliğini kaplayınca ilk canı aldı. Amacı sadece durdurmaktı, öldürmek değildi. Ama artık öldürmüştü, artık katil olmuştu.

Geçenlerde bir dizi izledim. Dizinin bir bölümünü. Her bölüm birbirinden bağımsızdı. Dizinin ismini söylemekte sakınca yok. Black Mirror adlı diziydi. Bölümün ismini ise hatırlamıyorum. Önemli de değil. Kısaca dizideki baş karakterin nasıl bir katile dönüştüğü ve nasıl basit bir hatadan dolayı yakalandığı anlatılıyor. 

3 kişiyi ve 1 küçücük çocuğu gözyaşları içerisinde öldürüyor. Öldürmeden önce "Lütfen" diyor, "gözlerini kapatır mısın?" diyor ve kafasını parçalıyor. Diğerlerini de soğukkanlılıkla ama büyük bir üzüntüyle öldürüyor. Üzülmeyi bilen, ağlamayı bilen birisinin canavarlaşması hem bir kadının hem de bir annenin böylesine tereddüt etmeden katil olması; elbette imkansız bir şey değil; fakat yinede kendilerinden umulmayan davranışlar gördükçe insan sersemliyor. Gayet mülayim, uysal birinin birden öfke patlaması yaşaması gibi. Veya tam tersi hiddetli, öfkesini zapt edemeyen birinin birden sessiz, suskun kalması gibi.

Kimbilir, belki asıl sorun bizleriz. Biz insanları bir kalıp içerisine yerleştirmemizden dolayıdır şaşkınlığımız. Saf birinin bazen akıllıca hareket etmesi (-bize göre); akıllının ise bazen aptallık etmesini görünce duruma göre ya alay ederiz ya da görmemezlikten geliriz. Bizim davranışımızı o kişinin sosyal statüsü belirler. Ve aynı statü kişiyi şekillendirir. Filmdeki anne gibi. Geçmişini silip olması gerektiği gibi biri oldu. İş hayatında başarılı, ekonomik durumu çok rahat ve ailesine bağlı biri. Toplum bizim nasıl biri olduğumuzu belirler, sınırlarımızı ve hedef yerlerimizi çizer. Bu öğretilere aykırı bir şeyler yapıldığı zaman, hatta sınırlar geçildiğinde bile toplum bunu düzeltir. Yanlışlık burada değil. Yanlış olan insanın özünü unutmak, yanlış olan insanı bir şekle sokmak. İnsan iyiliği kendi içinde barındırdığı kadar kötülüğü de içinde barındırır. Kötü tarafımızı görmemezlikten gelerek o yanımız ile hiçbir zaman karşılaşmayacağımızı zannederiz. Ama bazı anlar vardır ki kendi şeytan tarafımız ile yüzyüze geliriz ve mücadele etmek zorunda kalırız. Şeytan tarafını unutan, bu zamana kadar yok sayan kimse için bu mücadele çok zordur. Dizideki anne toplumdaki konumunu kaybetme korkusu yaşadı; küçük oğlunun, hatta eşinin gözünde ölme korkusu yaşadı ve o an şeytanı ile yüzleşmesi gerekti. Düşünecek çok zamanı yoktu. Kaybedeceği şeyler gözünde büyüdü, büyüdü, büyüdü ve korku tüm benliğini kaplayınca ilk canı aldı. Amacı sadece durdurmaktı, öldürmek değildi. Ama artık öldürmüştü, artık katil olmuştu. Şimdi tamamen şeytanın eline geçmiş oldu. Artık hareketlerine yön veren şeytani tarafıydı.

Madalyonun iki yüzü gibiyiz. Melek yüzlü olduğumuz gibi şeytan yüzlü de olabiliyoruz. İnsanoğlu çiğ süt emmiştir. Her an kendisinden beklenmeyen davranışlar sergileyebilir. Fakat çoğunlukla bunu unuturuz ve şaşakalırız. Eskiden güzel bir adetimiz vardı. Bir şey planladığımız zaman sözün başı "inşallah" olurdu. Şimdi bunun anlamını unuttuk. Şimdi bizi koruyacak olan asıl sahibimiz Allah'ı (gerçek anlamda) unuttuk. Şimdi sadece toplumun hareketlerine göre hareket ediyor, toplumun tepkisine göre tepki veriyoruz. Şimdi tamamen toplum olduk ama toplum İslam olmadı.