Her Şey Vatan İçinse Halk Nerede?

Herhangi bir siyasetçi bulundukları çevreyi muhalefet olsun ya da iktidar olsun halka rağmen ne kadar daha teneffüs edebilir? Beni alakadar eden siyasetçinin görevlerinden ziyade siyasetçinin ne kadar benden olduğudur.

"Allah'tan korkmayan, hak, adalet bilmeyenler yönetiyor" derken sokak çınlıyordu. Birkaç sene önce de bu sokaktan geçerken benzer sözler yine aynı yerden yükseliyordu. İşim acele olduğu için hızla sokağı terkedip tartışmacının sesini geride bıraktım. Muhtemeldir ki AK Parti hakkında konuşuluyor, daha özelinde Erdoğan için eleştiriler azıyla çoğuyla sıralanıyordu.

İktidar mücadelesi kaçınılmaz, aksine bunun olmaması tuhaf olurdu. Halkın iktidarla mücehhez olması muhalefetin anlamadığı bir husus ve tek önemli husus. Muhalefetin elinde iki yol vardır. Bunlardan ilki ve çokça rağbet göreni iktidar ile anlaşmaya varılmış surette yürütülenidir.Muhalif bitmez ama anlaşmalı muhalefet yapan kişi makas değiştirmiş ve muhalif iken iktidarın kılıcını sallayan durumuna gelmiştir. İktidar için bu zaferdir ama unutmaması gereken şey zayıflık anında o sözde muhalif kişinin muhalefet kıyafetini tekrar giyecek olduğudur. 

Zirvede olmak, durabilmek,cü kullanma yetisine sahip olmaktır. Devletin bütün imkânları sorgusuz sualsiz (hatta adalet hukuk işleyişi olgunlaşmamış sistemlerde eksiksiz) iktidar sahibine amadedir. Muhalefet bu zorluklar karşısında iki yoldan birinde mücadelesine devam etmektedir.

İlk yol yukarıda belirttiğim gibi adam devşirme, peki ikinci yol nedir? Halkı yanına çekmek. Bu ikincisi en zor olan ve bir o kadar da kolay olan yoldur. Öncelikle sana benzeşleri yolundan çevirmelisin. Siyasî duruma göre halkın sesi olmayı başarmalısın. Bu yolu seçen politikacı kendi görüşlerine ters dahi olsa halkın ağzı ile konuşmalıdır. Aksi halde başarı, güç, iktidar onun yanına, ayağına gelmez. 

Kimseyi hafife alıyor değilim. Bireyin bilgi ve tecrübesi arttıkça ortaya çıkan cevher toplum üzerinden yansır, parıldar. Bu noktada ise kümeleşme bilim adamı olsun, sanatçı olsun, politikacı olsun farklılıklarla başlar. Toplumun üzerinde bir konumda bulunan kimselerin kendilerini ne kadar soyutladıkları ya da ne kadar asimile ettikleri nisbette toplumdan ayrı ya da bütün oldukları kesinleşir, keskinleşir (hangi tarafta durduğu kişinin kendi tercihidir). Fakat bazı meslekler vardır ki halka rağmen sürdürülemez. Bunlardan biri de politikadır. 

Politika doğası gereği çerçevesinin dışındakiler tarafından çok daha güçlü şekilde güdülenirler. İster politika deyin isterseniz siyaset, bu mesleğin erbapları ne yapmaktaysalar halka dair yapmaktadırlar. Muhalefetin, iktidarın çizmeye karar verdiği bu ikinci yol aslında politikacının anayasadır. Kabiliyeti ölçüsünde halk ile ne kadar bir olabilirse başarısı o kadar göz alıcıdır. Buradaki sorun (yani belirleyici performans) kişinin kendisini ne kadar halktan gördüğüdür. Halka indikçe kişinin liderliği ortaya çıkacaktır.

Siyasetçilerin yapmış oldukları şey bir nevi tasnif edilmiş ihtişamlı binalar içinde kendileri gibi insanlarla beraber olmaktır; nihayette halktan görünmez bir çerçeveyle ayrışıp sözde bağımsız kimlikleriyle üstün olanı yine halk için bulabilmek adıyla yapılmaktadırBu çaba(!) bana üniversite ortamını hatırlatıyor. Üniversiteler de şehir içinde iken bile şehirden kopuk şekilde gençleri yetiştiriyorlar… Herhangi bir siyasetçi bulundukları bu çevreyi muhalefet olsun ya da iktidar olsun halka rağmen ne kadar daha teneffüs edebilir? Beni alakadar eden  siyasetçinin görevlerinden ziyade siyasetçinin ne kadar benden olduğudur. Elbette ülkeyi oluşturan halkın içinde grup grup, öbek öbektopluluklar da vardır. Siyasetçi tek bir topluluğa hizmet etmeyi seçebilir. Neticede siyasetçinin yaptığı seçim ne olursa olsun o seçimin kaynağından kendini üstün ya da onu noksan, yetersiz, zayıf görmeye başlamasıyla ayrışma husule gelir. Bu durumda politikacının yapması gereken istifa etmektir ya da kendini yakın gördüğü bir diğer grubaduhul etmek olacaktır.

Belli kesime hizmet eden politikacının genele hizmet eden politikacıdan farklı olması normal. Azınlık politikası yolunda azınlığın hakkını diğerleriyle eşit değil diğerlerinden üstün olması için savunmalıdır; fakat ben azınlıktan değil genelden bahsetmek istiyorum. Aynı şekilde genele hitap eden politikacı da grubunun diğerleriyle eşitliği adına değil diğerlerinden üstünlüğü için mücadele etmeli. Buradaki grup topyekün devletin ülkesi sınırları içinde yaşayan halktır; peki ya diğerleri kim?: Sınırdaki devletlerinülkelerinden başlayıp giderek genişleyen ufuk berisindeki diğer bütün ülkelerin halkları. İlla ki düşman olarak nişanlamak gerekmiyor ama onlarla eşit dahi olamıyorsa ya da bunun mücadelesini veremiyorsa politikacının yapadurduğu şey için sadece bir iştir demek gerekir

şman yaratmak bir politikacının yürüyeceği yolların en kolayıdır. Zaten herkes nefsi itibariyle birbiriyle düşmandır. Bunun ortaya dökülmesini sağlamak bir politikacı için çok zor değildir. Hitler ya da Mussolini bunu yaptı ve dünyayı bir savaşın ortasına sürüklediler. Güç ne kadar büyükse ortaya çıkardığı sonuçlar o kadar etkili oluyor. Şimdilerde Trump - Kim Jong Un çatışmasında olduğu gibi.

Politikacı halktan yana olmalı ki halkı kendi ihtiraslarının peşinden sürüklemesin. Konuyu dağıtmak istemiyorum. Halkın sesi olan bir politikacı halkın ihtiyaçlarını bilen bir politikacıdır. Halkın sesiyle konuşmaya başladığı zaman liderliğe doğru adım atmıştır. Lider olmayı başardıktan sonra yapması gereken tek şey kitleleri peşinden sürüklemek olacaktır. Kendisi nereye kitle oraya. Dikkat edilmesi gereken husus Lider’in, halkın sesi mi olmaya devam edeceği ya da halkın kendi sesinin yankısı mı olacağıdır? Geçmiş liderlere baktığımız zaman gördüğümüz bir liderin halkın sesi olmayı başardığıdır. Ne zaman ki halkın sesine kulak vermiştir, o lider için vazife tamamlanmıştır.

“Halk doğruyu bilmez!” demek bir politikacının görevi değildir. Politikacı sadece halkın isteklerinin sesi olmalıdır. Türkiye olarak bizim kaybımız bu! Biz kendi halkına güvenmeyen politikacılar güruhu tarafından yönetilmekteyiz, iktidarıyla muhalefetiyle. Elimizi kalbimizin üzerine koyup özeleştiri yapma zamanı gelmedi mi? Muhalefetin tek görevi elindeki kısıtlı kitleyi kaybetmemek olduysa; iktidarın tek görevi halkı yönetmek olduysa Türkiye yaşanmaz bir duruma gelmiştir. Oy için güven verebilmek adına ve o yolda yerli yersiz laf cambazlığı yapmaya gerek yok. HDP’nin yaptığı gibi milleti kandırma yerine, seslendirmeye talip olduğu kitlesinin sözlerini açıktan dile getirseydi bu Türkiye’nin kazancı olurdu. Türkiye ile birlikte kendisinin ve kitlesinin. Bizler her seferinde işin kolay kısmını görüp kendi halkına güvenmemeyi seçip uygun olmayan yollara sapıyoruz.

Ayrıca herkes gibi politikacının da korkuları vardır. herkesin tahmin edebileceği gibi politikacıyı korkular yönetmeye başladıktan sonra ne halkına ne de kendisine faydası olur. Bunu en iyi Selahattin Demirtaş öğrendi (umut ediyorum). Üzerinde korkunun hâkim olduğu politikacı halkın sesi değil yabancıların sesi olur. 

Muhalefet, iktidar kimden gelirse gelsin kendisine rağmen halkın ağzı ile konuşmadıktan sonra başarısı başarısız olacaktır. Sistemleri oturmuş devletlerde siyasetçi halktan uzaklaşğını gördüğünde bu bilinçten dolayı istifaya meylediyor. Bizlerde ise siyaset hâlâ halka rağmen yapılmakta.