Tüm hikayeler Kun ve Yekun'un içinden geçer

4 DEFTER, HİCRETİN YAZDIRDIĞI ÖYKÜLERDEN OLUŞUYOR. KAİNATI KURAN DÖRT UNSUR ÜZERİNDEN MUHACİRLİK, SÜRGÜN, HATIRA VE HAFIZAYI İRDELEYEN SİBEL ERASLAN, BÜTÜN KÜÇÜK HİKAYELERİMİZİN ASLINDA TEK BİR HİKAYENİN; KUN VE YEKUN'UN İÇİNDEN GEÇTİĞİNİ SÖYLÜYOR.

Sibel Eraslan’ın uzun öyküsü 4 Defter, resmi tarihle alternatif tarih arasında duran naif ve gerçek bir tarih anlatısı. Ninelerin anlattığı tarihi, incelikle işleyip sağlam ve dokunaklı bir yapıya dönüştüren yazar, bugüne dair de çok şey söylüyor. Muhacirlik ruhunun sindiği kitabın kokusunu ise şöyle özetliyor Eraslan: “Hicretin kokusu birkaç aydır bir güz bahçesinin kokusuyla özdeş bende, uzaktan sevdiğim bir ayva ağacı var sanki… Yüksek ve sert bir dağdan esen rüzgarın taşıdığı kar kokusu. Evet ayva ve kar kokusudur, 4 Defter’in muhacirliğe has ilan edeceği koku...” 

- Toprak Defteri, Rüzgar Defteri, Alev Defteri ve Su Defteri…  Bu bölümlemeyi Rumeli ve göçün hangi izleklerini temel alarak yaptınız?

Kitap bu dört defterin üzerinde kurulu, kainatı kuran dört unsur üzerinden hicret, sürgün, hatıra, hafıza, bellek, tarihi ritimler içinde Rumeli’nin hikayesini anlatmaktı derdim. Hikayeci derdi olan insandır. Defter, tüm kişiselliğiyle, sabrıyla, sükutuyla, naifliği, eksikliği ile tarihsel kamuyu kuramayan güçsüzlüğüyle özel bir değere sahip... Kitap, “Sıradan insanların tarihi olur mu?” sorusu üzerinden yürüyor. ''Büyük Tarih'', bir haliyle sultanların, prenslerin, galiplerin tarihi. Ama bir de mağluplar var, galiplerin çizdiği haritaların içinde bir yandan diğer yana savrulanlar, yerlerinden sökülenler, gemilere, trenlere doldurularak evlerinden kovulanlar... Kitap, nesillerin göç ve yerleşme izleklerini sürüyor. Büyükannelerimin nenelerinden, bana kadar gelip dayanan göçlerin hikayesi. Toprağı vatan, ahaliyi millet kılan hikmetli sır nedir? Göğüs gerilen hasret, hicret, çileler, mütareke hatta muharebe... Tüm zorluklarıyla hayata göğüs gerilerek küçük hikayeler üzerinden notları tutulmuş defterler bunlar...       

- Peki neden dört kitap değil de dört defter?

Defter benim çocukluğuma tekabül ediyor aslında. Defter tutmayı, saklamayı önemseyen bir nesiliz biz. En çok resim defterlerimi severdim. Harita metod defterlerimi çok severdim. Annem çok küçük yaşlarda harita çizmeyi öğretmiştir bize. Haritanın bende sadece merak veya sanat değil bilinç olduğunu düşünüyorum. Sonra fakültede tuttuğum ders notlarının peşinde olurdu arkadaşlarım, hatta asistanlar. Bu ders defterlerimde, notlarımın arasında hat örnekleri olurdu, hadisleri çok severim eskiden beri, bu hatları beğenip, fotokopilerden beni arayıp bulan hat hocaları olurdu... Sonra hatıra defterlerimiz, günlük tuttuğumuz defterlerimiz olurdu... 90’lara kadar defterler sırdaşımızdı bizim, yani bilgisayar klavyesine geçene kadar. Kitap ise, kamusal veya edebi, akademik yüzüyle kurallara tabi olduğu kadar kural da koyan, hüküm sahibi bir belgedir. Oysa defter, kişiseldir, doğrusal zaman göstergesine uymayabilir mesela, geliş gidişleri, iniş çıkışları vardır zaman içinde. Defter de hüküm sahibidir, ama o politik değildir mesela, sınava hazırlanmış da imbikten geçmiş de değildir, kalkanı yoktur defterin, 4 Defter de savunma dilekçesi değildir. İddia veya yargılama için de yazılmadı... Ama ateş defteri bölümünde mesela, İstanbul ve İzmit'in işgallerini büyükannelerimin gözlerinden kaleme aldım. O kırılgan kadınların kızların küçük ve anlatılmamış kederli esaret günlerini, bu defterler kaldırıyor. Onların küçük hikayeleri kitaplarda yer almıyor. Kalp defterlerine gömülü. Ben kalp defterlerinin toplumsal kitaplarla rekabet edemeyeceğini biliyorum, hakikat bahis mevzuu olduğunda. Lakin tarihsel metodolojik bir çatışmayla ilgili bir derdim yok. Gerçek adına dikte edilmiş tarihin yanı sıra zamanın yatağında akan sessiz küçük tarihleri dinledim. Ve taşıdım. Kendi dilimle. Kalbimle tabii.    

- Çok uzun bir döneme yayılmış bir yazım süreci var gibi görünüyor kitabın? “Birilerini özlemeye devam ettiğimiz sürece, tarih, her zaman yazılmaya değer bulunacaktır...” Ananenizi yazmaya ne zaman başladınız?

Tarih istektir. Gelenek, kültür, örf, anane, bunlar büyük ve ihtişamlı sözler kavramlar. Yüksek bir dağın yamaçlarından bakıp kıvrıla kıvrıla akan bir nehri seyretmek gibi... Oysa kullanmayı çok sevdiğim ifadeyle ''zamanın yatağı'' diye bir şey daha var. Yani içinden. İçeriden bir şeyler söylemek. Sorunuzda bahsettiğiniz o uzun birikimi, şu anın içinde hisseden, fikreden benim küçük kalbimdir. O upuzun zaman nehri nasıl sığacaktır benim küçük kalbime ve kısa hayatıma... 4 Defter'de denediğim tam da bu. Anın içindeki kalbin kendi sesine uyanışı mümkün müdür? İstek bu yüzden önemli. İlk bakışta Süfli gibi gözükse de tutkularımızdır bizi teselli eden, hayata bağlayan... Sorunuzu “Ölüm hakkında ilk ne zaman düşünmeye başladınız?” şeklinde işitebilirim bu bağlamda... Evet, bu büyükannelerimden ve onlara da kendi büyükannelerinden intikal eden bu hikayeleri toplayabilmek kalbimde... Epey zamanımı almıştır hatta benimle akrandır. Bu hikayeler birikirken bunları dinlediğim kadınları kendi ellerimle kabirlerine indirdim ben. Dolayısıyla bir yaslar kitabıdır da 4 Defter benim için. Ölüm hakkında ilk düşündüğüm günü gayet iyi hatırlıyorum: Dört yaşımdaydım, mum çiçeğine iki gündür gelen bir kelebek vardı. O sabah cansız yatıyordu çiçeğin ayakları dibinde. “Ölmüş kelebeğin” diyordu büyükler, gülerek. Bir yere gitmişti kelebeğim. Gittiği yeri merak ediyordum. Ölmek, gitmekti. Sizi bir türlü anlamayan hoyrat insanların arasından çıkıp gitmekti ölmek. Ölmeden evvel bu defterleri yazmalıydım. O korsanın haritasını çizmeliydim. Rumeli veya vatan tasavvurunu en iyi taşıyacak kelimedir ''sevgili''... Evet, tarih istektir...  

- Kökene dair insanî merak değil sizinki. Alternatif tarih değil, resmi tarih hiç değil… Hatıralar da var Rumeli yaşantısına ait, özel öğeler de. Yemek tarifleri de var, muhacir kızların mektupları da. Nasıl biriktirdiniz bunca Rumeli’yi? Tarihin neresine düşer tüm bu birikim?

Genetik araştırmalardan ibaret değildir tarih. Soy ve nesep bilgisi, asabiyet silsileleri evet tarihin koridorlarında şifonyerler halinde karşımıza çıkar. Bu en klasik en primitiv refleksi olarak tarih biliminin artık iç ceplerinde duruyor. Gerçi son mülteci kriziyle birlikte o çok anlamlar yüklediğimiz global değerler infilak ederken buz gibi bir gerçekle de karşılaşmadık değil. Genetik bizim için hala çok önemliymiş. Bu kadar önemli olmasa kucağında çocuğunu taşıyan Suriyeli mülteci babaya bu kadar kolayca çelme takamazdı Avrupalı kadın... Mülteci krizi, insanlık olarak bizi geriye fırlattı veya makyaj döküldü ve tarihin genetikten ibaret olduğu gerçeğiyle çıplak kaldık... Bir de alternatif tarih çalışmaları vardır. Özellikle feminizmin yaygınlaştırmaya çalıştığı ve takdir etmek gerek ki hepimize nefes aldırtacak bir alan açmıştır ana akım tarihin veya resmi tarihin yanı sıra ortaya çıkmamış çıkamamış özel tarihlerin gündeme gelmesi... Lakin bunun da şu handikapı var: Tarih, bir yanda resmi olarak dayatılanı eleştirirken bir yanda da yeniden üretiliyor, politize oluyor veya algı mühendisliğinin aleti haline dönüşüyor... Bu yüzden 4 Defter’in zaten resmi tarih olmadığı aşikar, ama alternatif tarih iddiası da taşımıyor. Bu yüzden ''hikaye'' demeyi tercih ettik Ömer Lekesiz ile... Bu benim hikayem deriz ya. Öyle işte.    

- Garp’ın içindeki Şark’ın ve hicretin hikayesinde en çok çocukluğunuza dair anılar yüreğe dokunuyor. Din, anneannenizin yüzü oluyor, Peygamberimizin omzundan düşen hırkası… Allah ve çocuk... Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Rüzgar defteri kısmında çocuk zihninin, çocuk kalbinin, çocuk ruhunun nasıl şekillendiği bahsi var. İşittiğimiz ilk ninniler, ezberlediğimiz ilk dualar, işittiğimiz ilk şarkılar, ilk şiirler... Zihinsel haritalarımızı bunlardır çizen. Veya temelde bunlar yatar diyebilirim. Bir edebiyatçı için çocukluk, sonsuzluk definesi gibidir. Dalarsınız bir denize dalar gibi ve inciler mercanlar çıkartırsınız dipte sizi sessizce bekleyen o sandıktan... Hiç bitmez hazinesi. Sessiz ve geçmiş gitmiş gibi dursa da çocukluk, kaderlerimizin yazıldığı beyaz sayfalar gibi titrer durur. İyi bir hikayeci bu sayfaları özenle okur. Özeniniz ve emeğiniz arttıkça, o sayfalar da size kendini açacaktır. İnsanın sırrı kendisindedir. Şeyh Galip boşa dememiş; ''Hoşça bak zatına'' diye... ''Zübde-i Alemsin sen''... Yani alemin göz bebeğisin sen.      

- “Babaannem Rahmetli Fatıma Yaşar Hanım’ın iç geçirerek ve büyük bir alçakgönüllülükle söyleyiverdiği, “yapılma” ile “yıkılma”, aslında varoluşun özeti gibiydi”… Bu idrak seviyesine ulaştıran mayayı merak ediyor insan.

Hiç bir felaket sonsuza kadar sürmez... Yapılma ile yıkılma birbirilerinin küllerinden doğar. Bütün küçük hikayelerimiz aslında tek bir hikayenin; kun ve yekun'un içinden geçiyor... Yol ehli, en kısa sürede toparlanması gerektiğini bilen kişidir. Muhacirlikte, göç yolunda, sürgünlüğün adetindendir, yıkım ve ardından yeniden yapılma, yeniden kuruluş mukadderattandır... Rumeli’ye veda ederken, tüm oradan taşıdıklarını kalpleriyle, hayalleriyle ve çalışkanlıklarıyla, çıktıkları yeni sahillere getirdi muhacirler. Bir göçler kavşağı olan Anadolu böyle kurudu ve kurulması halen devam etmektedir.

- Türkiye de bir muhacirler ülkesi. Özellikle son altı yılda aldığımız göç… Bugünden nasıl bir aktarım olacak sonraki kuşaklara?

Bugünün göç kızları, 20-30 yıl sonra, kendi ‘Dört Defter’lerini kaleme alacaklar mesela... Büyük halalarımızdan birisi Halep'e gelin gitmiş, büyükannemin arkadaşı Sabiha Hanım’ın Kahire'deki ahbaplarına yazdığı Osmanlıca mektuplar... 100 yıl önce, Selanik, Kudüs, Halep, İstanbul'la aynı hizada kardeş kentlerdi. Haritalar altüst olurken, insanları çok da dikkate almıyor muktedirler, bir kaptan diğerine boşalıyor insanlık sanki... Sadece dert yüküyle gelmiyor muhacir yeni yurduna; sanatıyla, ilmiyle, diliyle, ruhuyla birlikte geliyor. Çoğalmadır bu... Eksilme değil.    

- Çizdiğiniz Rumeli Haritası kitabın en dikkat çeken kısımlarından biri. Alnı Kudüs, yanakları Üsküdar, saçları Nil Nehri… Bu isimlendirmeler neye işaret ediyor?

Sevmek inanmak gibidir benim için. Rumeli ise, yüzü hiç görülmeden sevilmiş meçhul sevgilidir, melaldir bana. Türbe ziyareti gibidir. Hani sükuneti içinize işler ziyaretiniz esnasında. Tenhalığı, teninizden ruhunuza geçer. Yani orada olduğunu bilirsiniz, ama orada değildir de. Melaldir. Yine de kokusu, sükuneti aşinadır size. Birini uzaktan sevmek gibidir Rumeli hatırası bize. Ağırdır bu inciticidir, heves kırıcıdır. Ama kaderinizdir bir şekilde... Dedelerimin kopup geldiği Kıbrıs'ı ilk gördüğümde 40’larıma yakındım ve sabaha kadar ağlamıştım uyuyamamıştım heyecandan. Kıbrıs'ta hala uyuyamam. Rumeli uykusuzluktur, uyumadan görülen düştür bana..


Edebiyat Haberleri

İsmet Özel'in en çok sevilen 50 şiiri

Attila İlhan'ın en sevilen 25 şiiri

Necdet Subaşı'nın kaleminden "Zamanın Behrinde Ramazan Hikayeleri"

"Hayvanların Gözünden Meslekler" yayında

Yahya Kemal Beyatlı'nın en sevilen 50 şiiri

Rasim Özdenören'in kaleminden zaman mefhumuna dair alıntılar

PODCAST I Yahya Kemal'in hüzünlü Ramazan anısı

Video Haberler

İntikam Almadan Durmak Yok Hür 10 Bölüm

İntikam Almadan Durmak Yok! | Hür 10. Bölüm

Aldatmak 64 Bölüm Fragman quot Sezai benden her şeyi saklamış

Aldatmak 64. Bölüm Fragman | "Sezai benden her şeyi saklamış"

İpek Serra'yı merdivenlerden itti - Aldatmak 63 Bölüm

İpek, Serra'yı merdivenlerden itti! - Aldatmak 63. Bölüm